31 Aralık 2014 Çarşamba

NESİ VAR (olsun)

          Nesi var oyununu bilir misiniz? Çocukken oynardık hani. Seçilen şey her neyse adı söylenmeden özellikleri söylenirdi. Her özellikten önce de arayan kişi sorardı hevesle: Nesi var? Diğeri de lafı dolandırır, biraz akıl bulandırır, çok göze batmayan özelliklerden başlayarak sayardı bir bir. Bulana ödül bulamayana ceza. 
          İnsan ne kadar büyürse büyüsün çocukluğa hep bir heves hep bir hasret içinde oluyor. Hele ki yepyeni bir yıl önüne serilmiş, ömründen gitmeye hazır eski bir yıl da ardından el sallarken. Ama arada sırada çocuklaşmayacaksak büyümenin çok da bir anlamı yok değil mi? Ne dersiniz bir nesi var da biz oynayalım mı?
                                        

         

          O zamaaan başlıyorum. Nesi olsuuun...Dolu dolu geçen günleri olsun. Aklı başında insanları olsun. O insanlarda sağlık, mutluluk, huzur olsun. Evler neşeyle dolsun. Kavga, gürültü uzak dursun. Art niyetler eriyip yok olsun. Vefa duygusu bi zahmet artık olsun. Menfaatçiler bir geride dursun. Merhamet bütün kalplerde köşk kursun. Zalimler yok olsun, mazlumlar haklarını bulsun. Adalet dediğin tez elden olsun. Soğuklarda açta açıkta insan kalmasın, kalana da uzanacak bir yardım eli o bulunsun. O eller harama uzanmasın. Sevgiyle bir dayanışma olsun. Sevmesen bile saygı olsun. Ama her yerde olsun. Evde, okulda, camide, bankada, mecliste, kahvede aklınıza gelecek her yerde saygı olsun. Cana, mala, fikre, inanca bütün varlığa saygı olsun. Şükür olsun. Gelmiş geçmiş bütün ömre, sana verilene, verilmeyene şükür olsun hem de en kocamanından... Dua olsun. Mazlumlara, evsizlere barksızlara, yetimlere öksüzlere, zorla hayatı çalınmışlara, manevi gaspa uğramışlara, vatansız bırakılmışlara dua olsun. Uygur'a, Kerkürk'e, Suriye'ye, barut kokusu altında kalmış dünyanın bütün annelerine, yavrularına selam olsun. Yaşamak için ne çok öldük. Yer altında yiten canlara rahmet olsun. Onlar için edilmiş bir yürekten dua olsun. Silahlar sussun. Bomba düşmüş her bir toprak can bulsun. Çiçekler açsın, mis koksun. Acıyla yoğrulmuş diyarlar huzura kavuşsun. Kışı bitmemiş topraklar bahara erişsin. Orada da gülsün insanlar. Hazır gülmek demişken, birileri, başka birilerinin tebessümünün sebebi olsun. Kornayla karışık küfür sesinden, şehrin kuru gürültüsünden, bağırarak konuşan insan tipinden, her şeyden şikayet eden mutsuz, umutsuz, suratsız yüzlerden bıktık. Artık onlarsız olsun. Tamam tamam onlar da olsun ama azcık geri dursunlar. Ötekileştirmeden yaşanıp giden bir şey olsun işte. 

       Sahi biz nesi var oynuyorduk değil mi, her bir cümlemin başında sormuşsunuzdur umarım. Cevabı veriyim artık: 2016! Biliyorum azcık formatını değiştirdim oyunun ama yeni yıl da olacaksa böyle olsun şimdi. Çünkü diğerlerine bu yıl yeterince doyduk. Aksini yaşamaktan yukarıda saydığımız olaylardan, tiplemelerden de yorulduk. Gelecekse böyle gelsin, olacaksa da böyle olsun. Huzur olsun, sağlık olsun, gönüller neşeyle dolsun. Mesela  kin duygusunu yüreklerden kazıyıp yerine merhameti koyalım. Çok önemlidir inanın. Vicdanınızı hatırlarsanız gerek kalmaz üzüntülere kılıf bulmaya. Her bir acıya kılıf giydirmek için çabalamaya. İlla bir şey giydirecekseniz vicdanlarınıza sevgi giydirin. Hep sevgi dedin hani aşk nerede diyenleriniz var biliyorum. Hakkını veremeyecekseniz aşık maşık olmayın . Şaka şaka tamam, gönlünüzden geçen ne varsa hepsi şıp diye olsun işte. Ama samimiyet de şart olsun! Aileler hep bir olsun, sağlam aileler kurulsun, söylemli değil de vakit ayrılan ilişkiler, dostluklar olsun. Kardeşlik olsun ya, her yerde her zaman kardeşlik olsun. Türkçemiz.   güzel konuşulsun, kitap okunsun, şiir olsun, tarihini bilen çocuklar olsun, geçmişe sahip çıkacak koca yürekli gençler olsun, atanamayan öğretmenlerimiz atansın, atanmayanlara kadro açılsın, finallerimiz iyi geçsin, tezleriniz çabuk bitsin, hastanelerin üst katlarına arada çıkılsın, ne kadar küçük şeylere takıldığımızı farketmiş akıllar olsun.... (!)
           Sağdan soldan o kadar müdahale var ki yazı birazdan dilek ağacına dönüp dallanıp budaklanacak diye korkuyorum. En iyisi şöyle diyelim de virgülün saltanatını bitirelim artık.Yeni yılda gönlünüzden geçen, hayırlı her beklentiniz karşılık bulsun.
                Efendiiiiim bizden bugünlük bu kadar seneye görüşürüz dersem sayfayı kapattırır mısınız;) Kapatmayın tabi yapmayın öyle şeyler. Haydi bakalım her şey gönlünüzce olsun!

           Ay ay ay söylemeyi unutuyordum. Bi' de tabii ki iki gözümün çiçeği FENERBAHÇE ŞAMPİYON OLSUN:))

      



23 Aralık 2014 Salı

SEN BENİM ŞARKILARIMSIN

           Bugün sadece yatağıma kurulup film izlemek istemiştim. Elimde kahve birazcık keyif yapayım dedim. Ancak ne internetim müsade etti buna ne de her zaman yanımda olan dvdlerim vardı. Bir arkadaşımda varmış, şansıma. Onlarca film vardı içinde ben böyle keyfim yerine gelmiş hangisini izlesem havalarındaydım ta ki hiçbir filmin açılmadığını görene kadar. Amaaaan diye bir bıkkınlık geldiği an, müzikler diye bir dosya takıldı gözüme. İznimi alıp baktım içindekilere. Bir sürü dosya olunca iyi bari bununla oyalanıyım dedim. Oyalanma ki ne oyalanma! Hayatımın zaman makinesiymiş karşımda duran da haberim yokmuş.

              Aile etkisi ya da biraz daha fazla abi efekti diyebilirsiniz, bizdeki müzik arşivi biraz tuhaftır. Öyle tek bir tür dinlemeyiz biz. Ruh haline göre her an her şey çıkabilir buradan. Aaa müthiş bir şarkı dediğiniz şeyi söylerken de bulabilirsiniz, tüü pis kaka dediğiniz bir şarkıyı söylerken de. Pop, sanat, halk, rock, caz, yerli-yabancı vs. Aklına gelebilecek her türden bir şeyler dökülebilir dilimden. Anlayacağınız bütün yöreleri hatta bütün dünyayı bir şarkıyla gezebilirim. Sizde de öyle değil midir, şarkılar ruhunuzu alıp uzak yerlere götürmez mi? Sahiplenmez misiniz şarkılarınızı? "durun durun bu benim şarkım" diye kaç defa bağırdınız bir hatırlayın. Avazınız çıktığı kadar söylediğiniz şarkılarınız oldu. Söylerken kimsenin umrunuzda olmadığı, sadece sözleri yaşadığınız, mutlu olduğunuz, neşelendiğiniz. Bazen de dinlemeyi yasakladığınız şarkılarınız oldu hepinizin. Tek nağmeyle paramparça olduğunuz. Bazıları da usul usul kaybetti sizi nağmelerinde. Dinlerken derinlere çekti, tıpkı işin içinden çıkamadığınız anlar gibi. Aşıkken başka, ayrılıkta başka, nefrette bambaşka. Söylerken ses tonun bile değişir hatta, bağırırsın kocaman kocaman çığlıklarınla. Bazen sessizce dinlersin, yeri gelir gizlice gözyaşlarını silersin. Ama sözlerine saatlerce güldüğün şarkı da olur, sözlerinden ders çıkardığında. Bazen bir kemanın sesindedir nağme bazen de bir udun. Tambur canını köz eder, bazen de bateri vuruşunda atarsın tüm stresini. Bazen solist olursun elinde bir tarak, bazen de gitarist elinde vileda sopasıyla. Haydi eller havaya dediğin anlar olur bomboş oda da ya da kalabalık arkadaş grubunda. Bazı şarkılar tek kişiliktir mesela. Bazılarıysa kalabalıkta güzeldir. Yalnızken dinlediğin sana özel, diğerleri birer paylaşımdır aslında. Bazen yol arkadaşındır şarkılar, bazen sırdaşın. Yeri geldiğinde ne hissediyorsan anlayabilir seni, bir melodide kilitleyebilir tüm benliğini. Bazen de umrunda olmaz ne hissettiğin, dostunun diyemediğini çatır çatır söyler yüzüne. Afallatır insanı şarkılar. Hiç beklemediğin bir anda hiç beklemediğin bir zamanda allak bullak eder. Her şeye musallat olan yaramaz çocuklar gibi. Her şeye bir cevapları, yapacakları bir yorumları var. Mesela ayrılıklar. Çok basit aslında, tabi şarkılar olmasa. Ben çok gördüm şarkıların sebep olduğu bunalımları, hayal kırıklarını. Ha şunu da gördüm sakin sakin sevinen bir grubun 9/8'lik bir nağmeyle coştuğunu, moralin bozukken seni toparlayan şeyin sevdiğin bir şarkı olduğunu. Ne biliyim tek bir şarkıyla aşka gelip her şeyi yapabilme gücünü. Yahu herkesi bırakın ben mehter marşıyla sınava girerdim. Okulun ilk günleri "destuuuur" sesiyle çınlardı odalar.  Şimdi bir düşünün bizden başka böyle şarkılarda yaşayan kaç millet vardır? Ne haberler gördü bu insanlar, o şarkılara neyi mal ettiler, neyi kurban ettiler, kaç hastayı tedavi ettiler, kaç kişinin yüzünde gülücük, kaç kişinin gözünde yaş oldu bu şarkılar. Siz bakmayın şarkılara yüklenen ideolojilere. Tamamen insani, her şey tamamen bizden. Çünkü hiç bir dilde yok bunun karşılığı. Çünkü hiçbir şey böyle etkileyemez insanı. Hiçbir şey saniyeler içindeki bu etkiyi açıklayamaz. Hiçbir şarkı söylenmek istenileni böyle güzel anlatamaz. Hangi dilde olursa olsun...

         İnsan üzerinde muazzam bir etkisi olan o şarkılar var ya bugün beni alıp çocukluğuma götürdü. Oradan aldı yavaş yavaş tekrar büyüttü. Süzüle süzüle geçen onca yılı yaşadım tekrar ve bunların hepsi Hilal film izleyemedi diye oldu. İyi ki cümleler kurarız ya hep, ben bugün iyi ki o filmler açılmamış dedim. İyi ki izleyememişim de duygudan duyguya sürüklenmişim. Her bir şarkı efsunlu bir sır gibi geçmişe dair şeyleri hatırlattı bana. Kimsenin bilmediğini zannettiğim binlerce şarkıyla şaşırmanın doruğuna vardım. Bir şarkıda hüzün yaşı akarken gözümden diğerinde gülücükler saçtım. Şimdi desem ki "yoğurt koydum dolaba" türküsü duygulandım, ne alaka dersiniz. Ama öyle değil işte. Dünyanın bütün çiçekleri gibi her birinin hissiyatı ayrı. Kerkük türküsünde yüreğiniz sızlar ama nağmesinde neşelenirsiniz. Sizin damar dediğiniz şarkılar arkadaşlar arasındaki en komik sahnelerdir. O gırtlağı yapabilmek için neler denersiniz. Hüzzam, hüseyni de durulur, Rast makamında kıpırdamaya başlarsınız. A little less conversation dinleseniz mesela yerinde duramazsınınız. İtalyan bir ezgide örneğin Lasciate Mi Cantare'de Akdeniz'in bütün sıcaklığını, Ella Ella da Karadenizin hoyratlığını, bir efenin diz vuruşuyla Ege'nin yiğitliğini, doğunun heybetini ne bileyim işte diyar diyar gezip her birinde kendinize ait bir şeyler yakalayabilirsiniz. Şarkılar size bu imkanı verir. Yıllardır anlatmaya çalıştığım şey de tam olarak bu. Kimsenin tekeline almadığı nağmelerde, sözlerde buluşmak, buluşabilmek.. 

               İşte ben bugün beni anlayan bir insan yakaladım. Yahu nerden biliyor bunları diye diye bütün arşivi taradım. Her defasında da ağzım açık bakakaldım. Arka bahçeme girilmiş gibi hissettim önce sanki bütün şarkılar benimmiş gibi. Bakın yine sahiplendim değil mi:) Halbuki paylaşınca ne güzel oluyormuş, paylaşabildiğinde daha da kıymetleniyormuş o kimsenin bilmediği tozlanmış raflardaki şarkılar. O yüzden bu gece bütün teşekkürlerim o güzel yürekli arkadaşıma. Gizlendikleri yerden bulup çıkarabildim onun sayesinde. Hatrımdan çıkmış onca güzel anıyı renklendirdim o şarkıların nağmesinde, tamburun sesinde, dedenin nefesinde, bağlamanın telinde. Saksafonda bile yaşayan bir şeyler buldum inanın, bangır bangır müziğin içinde koşarak yanıma geldi anılar. Ben bu akşamdan çok keyif aldım, bir filmin veremeyeceği kadar. Şimdi arşivden göz kırpıyor onlar.Laf olsun diye arşiv demiyorum bu arada, sadece tarayarak 200.000 şarkı tutabildim kendimde. Toplayanın da, düzenleyenin de eline yüreğine sağlık ne güzel bir şey yapmış bize dair. 
              AAA! Az daha unutuyordum. Yazıya başlarken sesini kısmıştım müziğin.Çalan şarkı yazının ismi olacaktı. Bakalım hangi şarkı sahnede yerini almış? Buyrun efendim birlikte dinleyelim...

SEN BENİM ŞARKILARIMSIN..


Sırada ne mi var? Bilmem. Rastgele modunun paşa keyfi hangisini isterse o..

19 Aralık 2014 Cuma

Çıkın artık saklandığınız yerden

            “Her dudakta aynı rezil şikâyet: Yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lâğım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır. Onlar Türkiye’nin insanından şikâyetçi… İnsanından yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını 'yaşanmaz'laştıranlardır.

             Sokaktaki insanların birbirine yüz ekşitmelerine bakılırsa çok doğru bir tespit yapmış Cemil Meriç. Buraları yaşanmaz bulanlar, yaşanmaz kılanlardan başkası olamaz. Varoluşumuz yaratılmışların en üstünü diye nitelendirilirken maalesef durumu yanlış anlayan bir kitleyle kesişiyor yolumuz. Gerçi aynı yolda olmadığımız bariz ama o kadar türemiş durumdalar ki ne yana dönsek o simaları görebiliriz. Hareketinin yansımalarından yakalayabilirz onları. Sokakta bir gariban gördüğünde "ay yazııık" diye tonlarken, önüne döndüğünde birbirine geçmiş mimiklerinden, göstermelik sevgilerinden, abartılı saygılarından, buz gibi gülüşlerinden yakalayabilirsiniz. Sağ elin verdiğini sol el görmesin diyen ecdadın, bağıra çağıra yardım reklamını yapan torunlarını da bulabilirsiniz. 
          Göstermelik hayatlarda yaşayan onlarca insan var. Emanet kişiliklerinde eriyip gitmiş, kendini kaybetmiş onlarca insan... Sanırım bütün sıkıntımız burada, karakter eksikliğinde. Oradan oraya savrulan hayatlarda var olmaya çalışan insan sayısı git gide azalıyor sanki. Tek tip insan türüyor. Hem de önünü alamayacağımızdan korktuğum bir hızda oluyor bu. Fikri olmayan, tavrı olmayan, karmaşık bir ruh halinde savrulan karaktercikler. Yüreğine kilit vurmuş, aklının hakimiyetini çoktan devretmiş, otur deyince oturan kalk deyince kalkan pasiflerin yanında moda diye bağıran, içi boş fikirleri, zeminsiz hareketleri savunan durduk yere kıyametleri koparanlar var. Sadece bunlarda değil kibarlığın budalası, iktidar müptelası, zayıfı ezmenin, gaddarlığın propagandası, rezilliğin daniskası; kibri bir marifet, gücü şiddet, aşkı iki öpücük, sevgiyi ucuz, saygıyı para sananlar var. Dostu düşmanı menfaatiyle doğru orantılı, verdiği hüküm karşındaki adama bağlı, güvenilirliğini yitirmiş, tarafsızlığını kaybetmiş, adaleti şaşırmış, her işe dini bulaştırmış, hurafeyle kafaları karıştırmış, sözünden dönen, söylediği sözü yutan, bir yanar döner insan profili çizilmeye başlanmış. N'oluyor yahu demeye kalmadan zaten bizim gibiler ayaklanmış.
      Maddiyatta kaybolduğumuz yeter, maneviyat limanına sığınmak için geç bile kalmadık mı? Bizi biz yapan cebimizdekiler ya da çevremizdekiler değil. Gönlümüzdekiler, o gönülden dökülenler. Halimiz, hareketimiz bizim en özel servetimiz. Geride bıraktığımızda gurur duyacağımız tek şey bu. Seni yücelten tek şey ardından söylenen söz. İşte bu yüzden bizim karakterciklerden ziyade, dağ gibi heybetli, bakışlarında mertlik ama aynı zamanda yufka yürekli, düşünceli, vicdanlı, merhametli insanlara ihtiyacımız var. Sevgiyi, saygıyı ayaklar altına almayacak insanlara, güzel kalpli çocuklara ihtiyacımız var. "Nazik olurken eğilmeyecek, tartışacak ama kararsız kalmayacak, inançlara saygılı olacak ama kendi inancında asla şüpheye düşmeyecek, dişini gösteriyorsa ısıracak, yumruğunu sıkmışsa vuracak, sevmiyorsa tüm heybetiyle belli edecek, dostsa şüpheye düşürmeyecek, Hak ile batını ayırt edecek, Hak'tan yana olacak bir nesildir hayalimiz. (Cemil Meriç)" . Ardından söylenecek en efsunlu şey bu. O yüzden ecdadın şanı yüzyıllardır dillerde. Sırf buna güvendiğimizden biliriz, o heybetli tavır bu milletin mayasındandır . Vatana, bayrağa, ezana dil uzattıracak kadar nezhebi geniş insanlar yetiştirmeyiz. Vatan, bayrak, ezan uğruna canını vermiş, her karış toprağını kanıyla mühürlemiş,uğruna gecesini gündüzüne katmış insanlara da laf söyletmeyiz. Bakma sen, araya karışmış çakıl taşlarını kendi içimizde öğütürüz biz.  

        Yeter ki bu sağlam duruşlar saklandıkları yerden çıksın artık..

16 Aralık 2014 Salı

MUMDAN GEMİLERLE ATEŞ DENİZİNDEN GEÇMEK

                               MUMDAN GEMİLERLE ATEŞ DENİZİNDEN GEÇMEK

      
        Mumdan gemilerle ateş denizinden geçmek... Şu ara odaklandığım cümle bu. Neyi koysam yakışır bu cümleye diye düşünüyorum. Neyi koysam da manadaki ağırlıkta ezilmese? İçimden gele gele koyabileceğim tek bir kavram var. AŞK. Aşk ki ancak o hakkını verir bu cümleye. Ama sanmayın ki gündelik hissiyatın ürününden bahsediyorum. Ortalıkta hırpalanan, yerden yere vurulan, uluorta, kalpten dudağa geçmiş, adına da aynı ismi verdikleri şeyden bahsetmiyorum. Kastettiğimin meskeni ortalık değil yalnızlık. Benim kastettiğim bilinenin ötesinde bambaşka bir derya.

             Mumdan gemilerle ateş denizinden geçmek diyorum, geçmek diyorum ya geçebilmek diyorum aslında. Kelime başlı başına ağır. Bir de manayı yüklenmiş bir gemi. Yürek diyorum , o ateşte yanan bir yürek. Sahi yürek de bir gemi gibi değil mi? Hayata dair ne varsa, hepsini sırtlanıp o limandan bu limana götürsün diye yüklenmiyor muyuz? Muazzam yaratılmış şu insanda baş başa verip konuşabildiğin tek parçan o değil mi? Zamanı geldiğinde parka koşan bir çocuk gibi şen, bazen kasvetinden kara bulutları tepene indiren, evhamıyla yoran, ama aynı zamanda aklın tıkandığı yerde yeni kapılar açan şey değil mi şu yürek dediğin? Aklının alabildiği tüm kötülükleri tut bir elinde, diğeriyle de yetişebildiğin tüm sevinçleri, güzellikleri. Hepsini yüklediğini düşün şimdi bu yüreğe. Taşır mı? Taşır. Haydi koskoca dünyayı sığdır yüreğine desem, sığar mı? Sığar. Şimdi bu kadar muazzam bir şeyin sadece beşeri duyguların emrinde olabildiğine inanıyor musun sen? Vizyonunun bu kadar dar olabileceğine ben inanmıyorum. Orası öyle bir kürsi ki hissiyatının sınırı yok. Kalp dediğin başka bir derya. İşte o deryaya dalanlar aşkı arayanlar.
          Bütün kalbi lezzetlerin olduğu  apayrı bir maneviyat diyarı burası. Arayışın temelinde aşk var, aşka ulaşmak. Bunu anlamak içinde  sevmek ilk şart. Çünkü sevmek hatırlamaktır. Alemdeki her bir zerrenin varlık felsefesini hatırlamaktır. Sevmek görmektir. Dünyanın senden olmayanlarla hoş olduğunu görebilmektir. Sevmek kim olursa olsun muhabbetle kucaklayabilmektir. O'nun için, rızasının hatrına dünyayı kucaklayabilmektir. Sevmek hoş görmektir, sabretmektir.
          Sevmeyi başarabilirsen artık yanmayı da başarabilirsin. Çünkü yanmak dediğin sevgiyle çıktığın yolda aşkın kokusunu almaya başlamaktır. Çünkü aşkın kokusudur seni senden geçiren. Aşktır şu dünyadaki varlık sebebin. Aşk olmasa neye yarar aldığın tek bir nefesin. Aşk ki düştü mü yüreğe artık vuslat dediğin şey can yoldaşın. 
           Bülbülü gülsüz düşünebilir misin sen ya da ateşi pervanesiz? Mevlana'yı  yakan da bu değil miydi sanki, Yunus'u deryaya salan bir tutam "od"? Varlığa konan bir aşk iksiridir bu. Bilmek lazım, bilirken görebilmek. Bildiğinin de gördüğünün de farkında olmak gerek. Çünkü bilmek gerek alemin tek bir sahibi var, çünkü görmek gerek doğu da batı da O'nun. Sen nereye dönersen dön yönün hep Allah'a. Çünkü onun kudreti karşısında acizsin. Yapabileceğin tek şey yanmak, yanabilmek. Sen bunu başarmaya bak. Çünkü "aşığın" nesi varsa o maşuka çoktan feda.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
NOT: Aşk denilince Fuzuli gelir aklıma. Aşk cefasını onun kadar sevene rastlamadı bu edebiyat.

      Mende Mecnun'dan füzûn âşıklık isti'dâdı var 
     Âşık-ı sâdık menem Mecnun'un ancak adı var


   Bende Mecnûn'dan fazla âşıklık hazırlığı vardır. 

   Sevgisine sadakat gösteren âşık benim. 
   Mecnûn'un sadece adı var.
                                                            
             
                                                                                              

23 Kasım 2014 Pazar

BİR CANA DOKUNMAK


        Bir oda dolusu can sizin karşınızda. çakmak çakmak size bakan bir oda dolusu can. Hareketlerinizi izleyen meraklı, biraz ürkek, biraz haylaz, biraz sıkılgan, azcık yaramaz bir oda dolusu canla aynı ortamdasınız. Kapıdan girdiniz. İlk kez gözleriniz tanıştı. Siz yenisiniz, onlar meraklı. Yapacağınız her şey, atacağınız her adım o oturan canlar tarafından kayda alınıyor. Ağzınızdan çıkan bir tek söz onlarca çocuğun hafızasında yer alacak. Belki birilerinin yüreğini ısıtacaksınız, belki bir şeyler değişecek onda. Yapacağınız bir hareketle dünyasının rengini belli edeceksiniz, belki de siz belirleyeceksiniz o rengi.
        Yavaş yavaş gezmeye başlıyorsunuz sınıfta. Siz meraklı, onlar meraklı. Ufak ufak konuşacaksınız az sonra, sorular soracaksınız tanışmak için. Cevaplarda yakalayacaksınız birbirinizi. Hedefler, hayaller, gerçekler birbirini kovalayacak o konuşmalarda. Bazıları hiç katılamayacak sohbete. Bir köşede sadece sizi izleyecek ya da izlemeyecek. Umrunda olmayacaksınız bazılarının. Onlara da ulaşmak için ayrı bir yolculuğa çıkacaksınız. Bazısı da hiç susmayacak. Haylazlığında kalacak cevapları. Hepsinin hayatından bir siz geçeceksiniz, işte bütün bunların buluştuğu tek nokta bu olacak.
        Bir oda dolusu can ve hepsinin hayatından geçen o cana şekil veren siz... Siz kim misiniz? O cana dokunma izni olan öğretmenlersiniz. Sahi bir "can" yetiştirmek nedir bilir misiniz? Sonrasında toplumun hemen her kesiminde varlığını hissettirecek bir canın sizden geçmesi ne demektir? Onların hayatlarına dokunabilmek, bir yerlerde hayata tutunabilmek nedir?
        Söyleyelim efendim çok şeydir. Bu hayatta başınıza gelecek en özel şeydir. Ama bir o kadar da ağırdır yükü çünkü can emanettir. Öğretmenliğin, hakkının verilmediğinde vebalinin büyük olduğu nadir mesleklerden olduğuna inanıyorum. İnsanların hayatlarına değmek kadar muazzam bir duygu var mı bilmiyorum. O duygu tarif edilebilir mi? Onu da bilmiyorum. Ülkenin dört bir yanında kurulmuş bir bağdan bahsediyorum. Sevgiyle, merhametle, sabırla kurulmuş bir bağ. Ne yapsam da öğrenseler fedakarlığını hangi mesleğin töresinde bulabilirsiniz ki? Bu topraklarda öğrencisini dert edinmiş milyonlarca yürekli öğretmen yetişti. Kanserli öğrencisi üzülmesin için saçını sıfıra vurduran öğretmenler oldu, yokluktan okuyamayan kardelenlerin yeniden açmasını sağlayan, gün yüzünde güldüren, ağlarken sımsıkı sarılan öğretmenlerimiz oldu. Derdini dert edinmiş, dermanını önüne sermiş, yeri geldiğinde hayatından geçmiş nice öğretmenler gördü bu millet. Adana'da her sabah, beyin kanaması geçiren öğrencisinin evine gidip ders anlatan Elif Öğretmeni, dağdan inen çakal sürüsüne karşı sınıfını koruyan Ali Öğretmeni, yürüme engelli öğrencisini sırtında taşıyan, Karadeniz'in hırçın sularında kaybolmasın diye teleferik kuran, kucağında taşıyan öğretmenleri kimse unutmadı. Sadece öğretmekle kalmadı o öğretmenler. Zorluklar içinde pembe dünyalar kurdular. Çoğu öğrencinin hayali oldular. Rehber oldular, aile oldular. Yıllar sonra hatırlanan öğretmenler işte bu gönülden mesleğine bağlı, birilerinin hayatında iz bırakan öğretmenlerdir. Ben onları düşündükçe gururlanırım. İyi ki’li cümlelerim hep öyle zamanlarda gelir. 
        Bütün o ömürlük koşuşturma arasında, yıllar sonra hatırlanılan olmak dünyalara bedel gibi geldi. Böyle büyüdüğümden mi bilinmez hayatımın hiçbir döneminde "büyüyünce ne olacaksın" sorusuna "öğretmen" dışında bir cevap vermedim. Şimdi büyüdüm sayılır ve ben kendime verdiğim sözün getirdiği şeyleri yaşıyorum. Etrafımdaki öğretmenlere gıptayla bakıyorum. Sahadaki arkadaşlarımın yaşadıklarına imreniyorum. Toz pembe dünyalar çizmiyorum kendime merak etmeyin ama ben o zorun içindeki bir afacan sesten "Hilal Hocam"ı duymayı sabırsızlıkla bekliyorum. Öğrencileri kendine dert edinmiş, ülkenin her bir köşesinde çalışan, çabalayan o fedakar, "Necla öğretmen"lere de yürekten bir "iyi ki varsınız" diyorum. Bir de vatan uğruna can veren şehit öğretmenler var. Onlar peygamber mesleğini yaparken peygamber müjdesine nail oldular. Ne büyük bir şeref! Onlara da Allahtan rahmet dilerken ömrünü bu yola adamiş ve üzerimizde muazzam emeği ve tesiri olan Hocalarimizin ellerinden saygiyla öpüyorum.
     Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun!          

19 Kasım 2014 Çarşamba

O empatidir

                         Bugünlerde kulağıma çalınan bir cümle var: Aptallık yapma! Ünlemiyle söylüyorum çünkü kimden duysam, bunu çemkirircesine söylüyor. Kendinden bir şeyler buluyor da mı söylüyor bilmiyorum. O kadar çok duyunca durup bende bir düşündüm bu ifadeyi. Aptallık yapma... Sahi ne demek ki bu aptallık? İnsanlar niye aptallık yapar ki? Dile düştüğüne göre de bile isteye yapılan bir şey demek bu aptallık dediğiniz şey. Aptallık yapma, aptallık yapma, aptallık yapma. Tekrarladıkça anlam kazanıyor sanki. Aptallık yapma! Her fısıldayışımda başka bir sahne gözümün önüne geliyor. Acep bu mu ki o dedikleri şey? Yoksa şu mu? Her seferinde bir yerlerden birileri hortluyor. O birileriyle yaşanılanlar akla düşüyor. Kendimi sorguladığım anlar önümde duruyor. O mu bu mu şu mu? Hadii aptallık yapma! Ne doldurabilir bu kelimenin içini, ne ola ki bu aptallık dediğiniz kelimenin içi? Soru bombardımanı ardından kuytuda kalmış her yeri deşiyorum. Yüklediğim manaların bir ayağı havada kalıyor sanki. Hah tam olarak bu, diye karşılayabileceğim bir kavram yok. Aptallık yapma, aptallık yapma, aptallık yapma... Son bir kez odaklanıyorum. Bir karara varıyorum sonunda: Akıllı insan aptallık yapmaz o empatidir . 
                       Peki gerçekten yaptığın aptallıksa ve sen bunun farkında değilsen? Haydiii bakalım gelin bunu birlikte cevaplayalım. Seninde aklına onlarca şey geldi biliyorum. En yakınından başlayarak sınırları genişlettin. Her seferinde birilerini daha dahil ettin. Olayları sıraladın arka arkaya. "Ben şurda şöyle yapmıştım ama sebebi buydu yani yoksa niye öyle yapayım. Yapmasa mıydım ki? Ama yapmasaydım da şöyle zannederdi. Zannetmez miydi yoksa? Hımm geçen gün de şunu yazdım ben. Ama öyle demek istedi eminim. Bunun haberi yoktu ama ben anladım tavrından illaki öyle olacaktı yani....." BİR DUR! Bir sakin ol önce. Cümleleri çünkülere bağlayıp durma. Kendini yargıladın hemence ve tutmasam infazını yapacaksın. Akıllı insan empati yapar dedik bu süratte ne akıl kalır ne fikir. O yüzden bir dur!
                        Önce bir anlaşalım insanlar çeşit çeşit ve sen herkese yetişemezsin. Birinde denediğin öbüründe tepebilir. Ve unutma herkesi, her zaman memnun edemezsin. Önce şu toleransı ver sonra çık bu yola. Aptallık yapmış olabilirsin. Kim yapmadı ki. Ama hayatının çoğunu birilerinin gönlünü hoş etmek için harcıyorsan at o eki de, çünkü sen aptalın tekisin. Bu bir kenarda dursun asıl konumuza dönelim biz. Empati yapabiliyorsan çok özelsin. Aklına gelen onlarca şeye gülümseyerek bak şimdi. Niye nasıl diye sorgulama çünkü yaşananların hepsi geçti gitti. Her biri birer tecrübe olsun dursun önünde. Aptallık yaptığın anların sebebini kendine söyle, başkasına değil. Kimseyi dahil etme kendine. Bir de minik bir tavsiye. Paniklediğinde "keep calm and o telefonu elinden bırak" Çünkü ne geliyorsa başınıza o telefonlara akıl vasfını verdiğinizden beri geliyor. Unutma, sen insansın ve evrendeki en muazzam şey senin bünyende. Bir farkına var, biraz hakkını ver şu yaşamanın. Aptallık yapmayın demek de olmaz şimdi biliyorum ama biz nasılsa anlaşırız sizle, ona güveniyorum. Hem şu an bile sizden farklı bir şey yapmıyorum, oturup empatiyle aptallıklarımı ayıklıyorum. Hadi sizde bir çay kapıp gelin yamacıma. Bekliyorum.
                        
                    


                        
                            

                     
                         
                        
                        
                       


11 Kasım 2014 Salı

Dinleyin artık yasaklı şarkılarınızı

        Bugünlerde her üç kişiden biri kaybediyor. Sevmenin o güçlü yanını, sevilmenin hazzını üç kuruşluk heveslerde heba edip, uzun vadede hep kaybeden olmayı seçiyor. Değerlerini yitirmiş, çin malı insan tipi türemiş her yerde. Nereye baksam aynı hareketler, aynı tepkiler. Birinin çıkıp farklı bir şey söylemesi olay oluyor. Olur olmaz yerlerde, olmayan hayatlara merdiven dayamış, hayallerde yaşayan insanlar görüyorum. Hayallerinde büyüttükleri egolarıyla şehirler daraltıyor onlar. Oysa pembe tadındaki hayatlardı masum olan. Halbuki masumiyeti iki öpücük zannedenlerce sarılmış bir dünya görüyorum. Hacimsiz düşünceler, fos beyinler, yargılayıcı bakışlar, hor gören tavırlar, kem nazarlar, üst perde bir ses tonu ve bütün bunlarla bezenmiş bir hayalet şehir.. Hortlamak için sokak başlarını tutmuş gibiler ve hepsi her yerdeler. Bütün bunların arasında bir duruş arıyorum. Yanımda, arkamda, karşımda. Samimiyetine inandığım, basit heveslerde boğulmayacak, zor zamanlarda daralmayacak, riyakarlığın ağına düşmeyip vefasızlığın v sini ağzına almayacak bir duruş. Delikanlı bir tavır istiyoruz aslında, hepimiz. delikanlılığı erkeklere, namusu kadınların tekeline hapsedenlere inat biz bu tavrı görmek istiyoruz.
          Çok sevdiğim bir şarkıda geçiyordu şu sözler: "...Onlar ki sevdiklerine toprak kadar vefalı onlar ki sevdiklerine gün gibi, güneş gibi sadık, kardelen çiçekleri kadar sabırlı, ki onlarda iffet, ki onlarda edep. Onlar sevdiler mi başka severler güzelim..." İşte aranan kan bu. Aşka sevdaya indirgemek değil niyetim.  Zaten her şeyi onlara bağlayarak ayaklar altına almadık mı? Değersizleştirilmiş duygulardan çekiyoruz ne çekiyorsak. Anlamlarını yitirmiş hayatların anlamsız hareketlerinin revaçta olması zor geliyor belki de. Canımızın yanmasının sebebi de bundan. Değmeyecek hayatlarda sorguluyoruz değerlerimizi. Birini sevdim diye kızıyorsan kendine ve uğruna yaptıklarından pişmansan, aptal gibi hissediyorsan durduk yere sende o çatışmanın ortasındasın. Kızmayın bunları söylüyorum diye sahi siz de sıkılmadınız mı bu tip insanlardan?Kurduğunuz hayallerde boğulmaktan, güvendiğiniz insanların ardından bakakalmaktan, yapmaz dediğiniz bütün şeylerin yapılıyor olmasından, toz konduramadığınız insanların yüzünüzü yere eğdirmesinden, kendinizle çelişmekten, her seferinde tutunacak bir dal aramaktan yorulmadınız mı? Sevdiğinize, seveceğinize pişman olmadınız mı? Şarkılarda yaşadığınız aşklarınız, arkadaşlıklarınızın ömrü 3 dakika sürsede yine de baş üstünde tutmadınız mı? Ondan gelen her şeye eyvallah deyip aslında hiçbirinin sizle ilgili olmadığını anladığınızda oturup ağlamadınız mı? Yaptınız. Sonra kalkıp yine onları cici gösterecek sebepler aradınız. Kötü hissettiren şarkıları yasakladınız. Hayal kurduklarınızı indirip favorilere aldınız. Her seferinde mutlaka onu haklı çıkaracak bir şeyler aradınız.Amalara sığındınız, belkilere tutundunuz. Keşkelere hiç yaklaşmadınız. Bazen esti keskin kararlar aldınız ama bir hamlesiyle dağıldınız. Yaptınız. Bütün bunları yapıp çapsız karakterlere derin roller verdiniz. Dostu da düşmanı da bu potadan seçtiniz. Sonra da geçip "ben ne yangınlar gördüüm.." Filan falan.. Bıraksak mı artık bu işleri hı napsak:) bir gelsek mi kendimize? Biliyorum mutlu olmaya değil mutlu etmeye kodlanmış bir tavrımız var. İyi niyetlerle bezeli çok güzel kalplerimiz .Evet biz iyi niyetimizden bir gün kaybederiz ama onlar bir ömür buna mahkum olabilirler. Ama bu bile onları merkeze alan bir tavır. Önce bundan vazgeçmek gerekiyor sanırım. Hem ihtimallere hayatlar yüklemek sizce de çok büyük bir risk değil mi? Emin olduklarımızdan başlayarak yola çıkmak daha sağlam bir adımmış gibi geliyor. Yüreğinize alacağınız insanlar muhabbetli olsun demek geliyor içimden. Muhabbetin adabını bilen gönlü hoş etmeyi de bilir. Onlar yeri gelir yunus olur o gönüllerde buluşur, yeri gelir yavuz olur gönlün ayarını bozanlarla görüşür. 
         Akşam akşam düşünce konforunuzu bozmuş olabilirim. Ama oflayıp puflayan onca hayat arasında birinin bunu söylemesi gerekiyordu. Hem yalnız olmadığını bilmek güzeldir. Tam şu an da yüzünde hafif bir tebessüm, hatırladıklarına saydıran o deli gönüller de bizimledir. Bırakın artık onların iplerini, bırakın ki çekiştirdikçe bulandırmasın sizi.


      NOT: yahu açın dinleyin artık şu yasaklı şarkılarınızı, ne hoş nağmeler geçiyor üzerinizden haberiniz yok!

26 Ekim 2014 Pazar

        Şimdiye kadar hep siz bir şeyler anlattınız bana. Bazen oturup karşılıklı konuştuk bazen de siz sustunuz ben anladım. Ağlarken çok yakaladım sizi. Gözünüzden yaş geldiğinde sebebinin güzel şeyler olduğunu bildiğimde oldu. Bazen suskunluğunuza ortak oldum, bazen de o kadar çok söz söylendi ki o karmaşa da kayboldum. Kimizi çok iyi tanıyorum evet ama bazılarınızın hayatlarına hiç değmedim. Mesela sen, yanımdan geçip gitmiş biri bile olabilirsin ama buraya yazdıysam bir tavrını, bir bakışından çıkarılacak ufak bir noktanı bulmuşumdur. Hamlelerinizi uzaktan izleyip kelimelere döktüğüm de çok olmuştur benim. Yani şimdiye kadar yazma sebebim sizdiniz. Şimdiye kadar hep siz bir şeyler anlattınız bana. Bu akşam ben bir şeyler anlatıyım siz dinleyin olmaz mı..
          Ankara bir hayalin gerçekleşmiş haliydi. Ama yaşandıkça anladım ki burayı özel kılan kesinlikle hayatınızdaki insanlar. Yani Ankaracım sen dostlarla güzelsin. Bu cümleyi zaman zaman kursam da uzun zaman sonra bu akşam hissettim. Mardin'den bir rüzgar esti geldi mesela. Şöyle üstümdeki bütün durgunluk tozunu aldı gitti. Sonra birbirine değer veren insanları farkettim. Birbirleriyle heyecanlarınız, özlemlerini, sinirlendiği mutlu olduğunu anları paylaşan insanları. Yatağımın bir köşesine bırakılan bir not şaşırttı beni, hediyem mutlu etti. Ne biliyim işte ufak tefek o kadar özel şeyler arka arkaya geldi ki düşünmeden edemedim işte. İçten bir gülümsemenin bile nasıl güçlü bir his olduğunu yeniden hissettim.

           Hayatın içinde bazı şeyleri çok iyi biliyorsunuz ama o koşturmada bunların önemini kavrayamıyorsunuz. Sıradanlaşıyor gibi de olabilir bilmiyorum. Ama bir uyanma zamanı olur ya işte o anlarda algınız değişiyor. Farkındalığınız artıyor. İşte o gördüğünüz sizin gerçekleriniz. Bende farkettim ki benim Ankara'mı keyifli hale getiren o canlar. O kadar güzeller ve özeller ki hayatıma değdikleri için çok şanslıyım. Şu aralar arkadaşlık ne diye sorgularken karşıma çıkıverdiler. Nankörlüğün içinde nefes almakta zorlananları görünce bu taraf için yürekten bir şükür dile geliyor. Vefanın tanımını yeniden yaptığım bu zamanlarda ne iyi geldiniz bana. Ne iyi yapmışız da buluşmuşuz dinlediğimiz gönülden şarkılarda. Bundan sonra da derdiniz kendi derdim gibi kabulümdür. Neşenizi paylaşmak, başarılarınızla gururlanmak için ben yine buralarda olacağım. Ama sizde hep yanı başımda olun ki yepyeni köprüler kuralım hayallerdeki diyarlara. 
          Birinin yüzündeki tebessümün sebebi olmanın çok muazzam bir şey olduğunu düşünenlerdenim ve her akşam sorarım kendime, bugün kimin sebebi oldun diye. Birine iyi gelmediysen bile bir tebessümlük canın vardır diye söylenirim en yorgun halime. Şimdi sizler yüzümdeki gülümsemenin sebebisiniz. Ben kocaman bir teşekkürü ekledim gönülden geçen bir duama. 
                    Eveeeeet ben bugün burada kendi kendimi misafir ettim. Sizde yapın arada güzel oluyor. Ama minik bir tavsiye, tabi kabul ederseniz. Bırakın, sizi kendinizle çelişkiye düşüren insanları almayın yamacınıza. Kışı getiriyor onlar. Daha baharı yaşamamışken. Siz içinizden geldiği gibi davranın. Bir yerde "iyi ki" diyorsunuz emin olun. Pişmanlığınız geçmişe. Geçmiş de bırakın tecrübeniz olsun. Biliyorum bir yerden sonra içinizden bir şey yapmak gelmez. Sevmediğiniz için değil de değmediğini gördüğünüz için. Olsun... Bırakın o da öyle olsun. Siz kalbinizi kirletmeyin yeter. Hakkını veren elbet çıkacaktır. Benim Ankara'daki canlarım gibi...

                             
                 

6 Ekim 2014 Pazartesi

İyi ki doğmuşsan zeynep xanım

Zamanın ne çabuk geçtiği hakkında onlarca şey söylenmiş de farkında olmadan bu kadar dolu dolu nasıl geçtiği hakkında kimse bir şey dememiş. Sanki ben daha dün tanışmışım ve yaşanılacak yeni yeni zamanlarım varmış gibi. Durup düşününce farkettim aslında 8 yıl olmuş, bu iki insan tanışalı tam 8 koca yıl olmuş. Önceleri birbirininden çok da haz etmeyen bu iki yürek nasıl oldu da şimdi kardeş gibi bir bağ kurdu bilmiyorum. O kıvama gelene kadar neler yaşandı unuttum gitti gibi. Sanki biz ezelden beri hep böyle birlikteymişiz, yan yana kol kola öylece duruyormuşuz. Lise koridorlarında başlayan bir arkadaşlığın hayatıma bu kadar etkisi olacağını inanın düşünmezdim. Hayatımın içinde, hem de öyle güzel bir yere konduracağımı inanın hiç ama hiç düşünmezdim. Hele ki o insanların bir zamanlar birbirlerinden hiç de haz etmediğini varsayarsak. Hayat işte. Olmaz dediğini oldurur, olur dediğin şeyler de yarı yolda savrulur. Biz yarı yolda karşılaşıp ömürlük adımlar atanlardanız.İnsan karmaşasında tanıdığımız koca birer limanız hepimiz ve bu yolda birbirimize yarenlik ediyoruz.
İşte bugün onlardan birinin doğum günü. İyi ki doğmuş cümlesini böyle avazım çıktığı kadar bağırasım geliyor. Çünkü o kadar ilginç bir karakter ki tanıdığım için kendimi şanslı hissediyorum. Eğer siz de bunları okurken beni onaylıyorsanız sizde o şanslı tayfadansınız demektir. Gizli özneli cümle kurmak bir yanda dursun ben açık açık ilan ediyim artık.
      Siz zeynep dersiniz bizse dory. Gizli çağrışlarımızda vardır ama bütün yollar aynı kişiye çıkar. Velhasıl kelam işte bu kızın doğum günü bugün. Hayatımda iyi ki var diyebileceğim o özel "canlar"dan. Farklı farklı duyguları yaşatabilecek biridir zeynep. Bazen severken öldüreceğimden korkuyorum o kadar içim kaynıyor. Bazen de sinirleniyorum işte o an bir tövbe tövbeeye sığınıyorum. Bazen o kadar şaşırtıyor ki beni hem çok eğleniyorum hem zekasına hayran kalıyorum. Bir çay kahve molasında bile konuşabileceği bir şeyler olmasını seviyorum. Bir şeye heveslendiğindeki heyecanı görebilmeyi, düşüncesini paylaşmayı, tartışmayı, ikna etmeyi ya da inadında boğul zeynep deyip kenara çekilmeyi, o iş bitirici tavrını, arkadaşlığını, kardeşliğini, bize lazanya yapıp sodalı kahveler içirmesini, bunu yaparken de tarifini ballandıra ballandıra anlatışını, ankaradayken telefon açıp saatlerce susmamasını, hiloooooş diye bağırışını (ki en güzel söyleyen zeyneptir) hüznünü, sevincini, kızgınlığını, huysuzluğunu, o kocaman kalbini, bir şeyler yapmak için uğraşını, dersleri hakkında konuşmayı, planlarını, hayallerini, cupcakelerini, sonradan hortlayan ingilizcesini, bunu telaffuz ederken yüzünün aldığı şekli, aklına gelmeyince meraklı bir öğrenci edasını, sinema seçimlerini, seçemediği filmleri, filme kaçak dondurma getirişini, trafikteki halini, sami yusuf cdlerini, doğu ezgilerindeki duyguyu paylaşabilmeyi, ardı arkası kesilmeyen snaplerini, 258 snlik konserini(!), gülmediği zaman ki donuk suratını, sinirlendiğinde yüzünü yırtışını, "öff ayşenur" nidasını, sevgisini, saygısını... Aklıma gelmeyen onlarca anı ve bunu birlikte paylaşmış olmamızı çok seviyorum.
     Benim bir kız kardeşim yok. Ama çok şükür kardeş gibi olsun diye lütfedilmiş çok güzel canlarım var. Zeynep de o değerlilerimden. Bizim arkadaşlığımız basit bir kurgu değil. Tek pencereden bakılıp yorumlanacak şeyler yaşamadık. Acımızda da sevincimizde de birlikteydik. Zorda kaldığımızda, darda olduğumuzda, neşemizde, tebessümüzmüzde gözyaşımızda hayatın bize sunduğu her anda yan yanaydık. Araya kilometreler girdiğinde bile mesefalerin kalmadığı bir arkadaşlık bizimkisi. Çok özel, çok değerli. Bunu keşfedebilmiş olmak gerçekten güzel umarım siz de o şanslı kişilerdensinizdir. Değilseniz de tanıyın isterim. Çünkü muazzam bir insanı dahil edeceksiniz kendinize. Bir zamanlar "o kız bu sınıfa girmeyecek" diye ferman veren ben söylüyorum bunu. İnanın o kızı kalbinizden hiç çıkarmak istemeyeceksiniz. 

     Bir anda içimden geldi yazmak ve ilk ne düştüyse dilimden onu yazdım buraya. Tabiki burda yazandan kat kat fazlası sadece duygusal kısmını buraya ayırdım. Ama bizim her zaman bir neşeli yanımız vardır onu da görüşmemize sakladım. Umarım her şey gönlüne göre olur. gönlündeki her şey de hayallerindeki gibi güzel, gerçekleşmiş bir şekilde hayatında yerini bulur.
      Ben virgül koyuyorum buraya ve şimdilik kaçıyorum. Daha tamamlanmamış çok cümlemiz ve ardı arkası kesilmeyecek sohbetlerimiz var biliyorum ve dört gözle onu bekliyorum. Saatlerce bekletsen de sesim çıkmayacak bu sefer söz! (doğuma özel yoksa biliyorsun). Vallahi zeynep xanım iyi ki doğmuşsaan, iyi ki varsan 
        Ad günün mübarək olsun

       Haydiii kaçtım ben:))




14 Eylül 2014 Pazar



Pek çok gidişlerimiz oldu. Zamanlı zamansız pek çok gidişlere de şahit olduk. Yer yer uzaktan yer yer de yanıbaşımızdan. Kimini öpe koklaya uğurladık, kiminin ardından su döker gibi gözyaşlarımızı akıttık. Kimine bakakaldık, kimini umursamadık. Kimini elimizle gönderdik kimi kendiliğinden gitti. Kimi de gidiverdi. Elimizden hiçbir şey gelmeden, öylece habersiz, zamansız çekip gidiverdi. Hepsine farklı tepkiler verdik her birine ayrı sözler söyledik. Ama kendi gidişlerimize tek kelime edemedik. Bazen o gidişlere anlam yükleyemedik. 

Varılacak yeri belli olanlar bir tarafa da vardığın yerin bi hükmü olmayanları düşünür dururum. Ben eylemin işlerliğini, bir köşesine tutturulmuş hayatları merakla bulurum. Neyi niye yaptığını bilmeden o yola çıkmışları, çoktan yarılamışları anlamak için didinir dururum. Gidişler bu kadar çalkantılı mı olur diye küçük bir çocuk gibi soran gözlerle bakınırım işte. Ufacık şeylerden derin anlamlar çıkarırım. O gidişlere bir kimlik kazandırmak için aklıma gelen onca parçayı birleştirmeye uğraşırım. Çünkü adsız gidiş olmaz hele öyle çekip gitmek hiç olmaz. İlla bi adı olmalı. kimse koyamadıysa bir isim, en azından bir sıfatı bulunmalı. Tatil olmalı, okul olmalı sağlık olmalı gezi olmalı tayin olmalı hiçbir şey olamadıysa bunlar gibi bir başlık olmalı. 5 dakika gidip gelicem denmeli, okul bitsin, bayram gelsin  cümleleriyle bitmeli, ya da haftasonu ordayım diye kapanmalı tüm telefonlar. Ama öyle isimsiz kimliksiz sebepsiz çekip gidişler olmamalı. Çünkü bir yere gidiyorsan dönüşe dair minicikte olsa bir ipucu bırakmalı. Kalana teselli verecek, bekleyeni oyalayacak bir şafak mutlaka sayılmalı. Ama dönüşsüz gidişler olmamalı... 
Diye düşünürdüm birkaç gün önceye kadar. Çünkü ben hiç dönüşsüz bir yola girmedim. Giderken bile hep geleceğim tarihi söyledim. Kimseyi yalnız bırakmak istemediğim gibi vedalara da bir yoldaş ekledim. Hoşçakalla hoşgeldini bağladım mesela. Tek harfe tutunan umutlar şişirdim kendimce. O yüzden bilmezdim dönüp sırtımı gitmeyi. Ardına bakmadan çekip terketmeyi. Çünkü ben hiç gitmedim dönüşsüz bir yola hiç girmedim. Şimdilerde gitmeye bu kadar yakın, valizim uzaktan bana göz kırpıyorken içimde bir şeyler farklı bir yolculuğa çıkıyor sanki. Benim çıkacağım yol aynı ama o çok farklı bir şeye hazırlanıyor gibi. Ben burda ne bırakıyorsam, birkaç haftaya kavuşma ümidiyle kapıdan çıkıyorsam, o bazı şeylere çoktan elveda demiş gibi yanımda duruyor. Ardında ne bıraktıysa dönüp alası yok. Ben hiç çekip gitmedim. bilmiyorum aklından ne geçiyor ama ben hiç gitmedim. Kimseyi öylesine terketmedim, kimse için kimseye sırtımı dönmedim. Kimseyi yarı yolda bırakmadım. Ne halin varsa gör sözünü hiç kullanmadım. Kimseyi bilerek kırmadım. Aman banane diyen biri olmadım, olamadım. Bahanelerin ardına sığınmadım. İnsanları aptal yerine koymadım. Kimse için kimseyi harcamadım. Kimsenin arasına fitne sokmadım. Durup dururken kimse için kötü düşünmedim. Dikkatli, özenli davrandım. Hoşgörümün arkasına kimleri, neleri aldım. İllaki hata yaptım. Dönüşü olmayan şeyler değildi belki ama etkilendim. bazen dolaylı bazen doğrudan. ama hayatımın hiçbir anımda bu kadar pişman olmadım. zamanı kaçırdığım için, doğru hamleyi yapmadığım için, çok çabaladığım için  hayatımda konuşmadığım kadar konuştuğum için vs. ufak tefek şeyleri keşkelere bağladım ve pişmanlığın tadına vardım. Keşke yapmasaydım dediğim bütün cümlelerin ardına bir "ama" söyledim. Bazen sessiz bazen avazım çıktığı kadar. Hiç bu kadar kafa sarsıntısı geçirdiğim zamanlarım olmadı ama bunların hiçbiri de çekip gitmeye sebep görülmedi. Her şey hayata dair  başım gözüm üstüne dedim. Ben kimse için çekip gitmedim. İnsanları hep dinledim. Anlamaya çalıştım anlayamadığımda sorgulamadım. İlla tartışmak değil bazen sessizliği de arar insan. Ben onlara o sessizliği sağladım. Mantıksızlığa tahammülüm yokken bile yeri geldi tebessümle karşıladım. Ama en önemlisi ne olursa olsun ne yaşanırsa yaşansın ben kimseyi yargılamadım. Kimsenin kendini kötü hissetmesi için uğraşmadım. Aksine güzelliklere neşe katmak için çabaladım. Ağlamanın masumiyetini anlattım. Dinlemenin sadeliğini, hiçbir şey yapmadan bile yanında olmanın aidiyetini yansıttım. Ben çekip gidecek hiçbir şey yaptırmadım. Ama bu diğer ben'in derdi ne bir türlü anlamadım. Ardına bakmadan, o umursamaz yanına denk gelmiş şeyleri bir kenara itmesini anlamlandıramadım. Ben gelişin planını yaparken o dönüş yolunu unutmuş gibi. Bu ayrımdan hiç hoşlanmadım. Ben vefasız hikayeleri hiç sevmedim ki dönüşü olmayan gidişlere de aynı vefasızlığı yükledim. Bu yüzden kendime sitemim. Ne güzel gidip gelecekken paralel bir yoldan beni sürükleyen o şeye kızgınlığım bundan . Geri dönüşü olmayan hallere sürükleyenlere bütün kırgınlığım. Beni bana sorgulatanlara bütün bu yılgınlığım. Sabrımın tükendiğini söylüyor içimden biri, benden bu kadar diyip kenara çekiliyor sanki. Dönüşü unutması bundan gibi. Bundan bütün her şeyi geride bırakışı, dönüp bakmayışı. Artık yüreği almıyor demek ki. 
Tamamen yolculuk öncesi tahmini. Çünkü ben bilemedim, çözemedim derdini. Çünkü ben hiç gitmedim. Çekip gitmeyi hiç bilmedim. Buralardayım yine ama içimdeki beni yolcu etme vakti gelmiş geçiyor bile. Hani ilk başta da söyledim ya pek çok gidişlerimiz oldu bizim. bu da şahit olduğumuz bir diğeri daha olsun.
Sizin için aynı belki ama ben hiç kendimi yolcu etmedim
Çünkü ben dönüşü olmayan bir yola hiç girmedim!


4 Eylül 2014 Perşembe

Gazili Olmak Ayrıcalıktır

            Hayallere tutunup bir yola çıktığınızda ne olursa olsun, kim ne derse desin o yoldan dönmezsiniz. Aklınızı çelmek için yapılan zekice hamlelere karşı koyabilecek gücü ancak öyle bulursunuz. Hayallere tutunduğunuzda tıpkı bir çocuğun salıncakta göklere ulaşma hevesi gibi ağzınız kulaklarında yükselir durursunuz. Hayal dediğin pembe tadında hayatlardan ziyade yaşayacağınız ve çok da gerçekçi olan bir ömrün size düşen payını süslemenizden ibaret. İlk anda olabileceği gibi sonradan olacak bir "evreka" anında da oluşabilir. Bir şeyler bir anda hayalinize, sonra gönlünüze düşebilir ya da yola çıktığınız bir anda yanınızda ki yegane şey olarak da yerini alabilir. Ben en başından o hayalin etkisi altına girmişlerdenim. Gözümüzü kapatıp kırk yıl sonra kendimizi izlememizi önerenlere cevabım yıllardır değişmedi. Şimdilerde ise gerçekleşmiş bir hayalin içinde tazecik hayaller yetiştirmenin derdine düşmüş bir hayalperestim.

          İşler ciddiye bindiğinde okumak istediğim şehir seçmek için önümde onlarca il vardı. Ama ben bir söz vermiştim. Herkes benden seçim yapmamı beklerken tercihim belliydi. Yıllar önce o şehre gezi amaçlı girdiğimde "bekle beni 4 yıl sonra ev sahibi olarak geleceğim" demişim. Bir meydan okumaydı belki ama ağzımdan çıkıvermiş işte. Aradan 4 yıl geçtikten sonraysa bir yol ayrımında önüme gelen tabelayla aklıma düştü verdiğim söz. Vakti geldiğinde zaten sözümde durup ben sağdan devam edeyim dedim ve kendimi hayallerimin şehrinde, ev sahibi olarak buldum. E bir yerde üç günden fazla kalırsan misafir olmazmışsın. Kaldığım dört yılı sayarsam misafirlik faslını çoktan geçmişim. Ne ara geçiyor bunca zaman, ne ara sona yaklaşıyoruz yavaş yavaş bilmiyorum. Ankara'da geçen zamanlarımı şimdiden özlüyorum. Hayallerimin şehri olduğundan mı yoksa çocukluğumun burada birbirlerine can emanet eden bir neslin hikayeleriyle büyüdüğümden mi bilmem ben bu şehri gerçekten çok seviyorum. Hani bazı çocuklar olur ya gelip sana şirinlik yapmaz, sevmez, durup dururken gülmez ama aslında çok akıllıdır, güldürdüğünde sıcacık, sevdiğinde sana bağlanan çocuklar olur ya Ankara'da işte öyle benim gözümde. Bazı şehirlerin bir açısından bakınca açık olursunuz, bazılarına her açıdan. Bazıları dalgalarıyla sever sizi bazıları yeşiliyle. Bazıları tarih kokar bazıları şivesiyle sarmalar sizi. Ankara'da ise bariz sebepler bulamazsınız. Bazen hepsidir bazen hiçbiri. Bir dalganın vereceği mutluluğu Kuğulu Park'ta dinlenirken bile bulabilirsiniz. Bazen de koca şehirde eli boş dönersiniz mahzun mahzun. Ne zaman ne yapacağı, size ne yaşatacağı bilinmeyen bu şehir sır olur durur önünüzde. Gözünüzü korkutmak için değil bu sözüm. Bilin de keşfe çıkmak için oyalanmayın diye. Keşfettikçe seveceksiniz, sevdikçe değerleneceksiniz. Hayatınıza yeni hayatlar değecek bu sayede ve dostlarla güzel olacak bu şehir. Ve inanın grinin ardındaki renkleri görmek sizin elinizde. 
          Ben zaman kavramını yitirmiş ne ara geçti bunca zaman diye düşünürken şimdilerde birileri nasıl geçecek bu dört yıl, alışabilecek miyim, sevecek miyim, korkuyor muyum gibi sorularla yoğuruyor kendini. O an farkettim ki sezon açıldı. Aramıza yeni birileri katılıyor derken gözlerim meraklı gözlerle kesişti. Yepyeni umutlarla yola çıkmış binlerce öğrenci... Onları yepyeni hayatlar bekliyor şimdi. Keşfe hazırlanan binlerce yüreğe gönülden bir hoşgeldin diyelim. Umarım sizde bizim gibi seversiniz bu şehri.
          ....



           Ankara'nın ayrıcalıklarının yanında Gazili olmanın ayrıcalığını yaşayan o şanslı kitledenim. Bakmayın siz orada burada konuşulan asılsız laflara. Biliyorum, şimdiden şehir efsanelerimizi dinlemişsinizdir. Eksiği var fazlası yok deyip gözünü korkutmak istemem ama ilk zamanlar ağzı açık dinlediğiniz hikayeleri ilerleyen yıllarda espri olarak kullanacaksınız, emin olun. Duyduklarınız sizde önyargı oluşturmasın. Zira ülkenin en köklü üniversitelerinden birindesiniz ve üniversiteye adını vermiş GAZİ’nin ilkeleri doğrultusunda eğitim göreceksiniz. Hayatınızı çeşitli yönlerinden etkileyecek bir sürece girdiniz. Farkında olsanız iyi edersiniz. Çünkü geç kaldıkça geçmişe doğru söylenen keşkeler sadece yürek sızlatıyor. Beklentileriniz ne yönde bilemiyorum. Ama bu okulu öyle bir seveceksiniz ki filmlerdeki şaşaalı kantinlerden ziyade çam altı, çınar altı, bizim deyişimizle Gazi Çay Ocağı’nda masa kapmak için koşturur olacaksınız. Çimlere yayılıp dersleri bekleyeceksiniz, vize finallerde son derece donanımlı bir kütüphanede yer bulamadığınız için yine o çimlerde, banklarda, kenarda köşede, duvar diplerinde oturup çalışacaksınız. Konferans salonlarında hep birileri olacak ve siz dinlemek, eğlenmek için oralarda oturacaksınız. En büyük değeriniz dersinize giren hocalarınız olacak belki de bilmiyorum. Bu anı sayısızca yaşamış biri olarak farkındalığınızı arttırdığınız her an sizin için bir kazanç olacak. 


    Her şey güllük gülistanlık gitmeyecek elbet. Nereden geldim buraya dediğiniz anlarınızda olacak, kızdığınız, küstüğünüz hatta kendinizi sorgulayıp, acabalarla bunalttığınız anlarınız da. Ama bütün bunları avazı çıktığı kadar bağıranların bile mezuniyeti geldiğinde hüngür hüngür ağladığını gördüğümden kesin sonuçlara varmamanızı umuyorum. Her şeyi tecrübe edinip yine kararı siz vereceksiniz. Ankara için dediğim gibi Gazi de dostlarla güzel ve siz aramıza yeni katılanlar! Bunun için o kadar çok vaktiniz var ki, o kadar değerli ki, umarım hakkını verirsiniz.

 



               Biraz nostalji tadında gelir bana Gazi. Belki de bu kadar sevmem, sahiplenmem o yüzden. Kampüsten çok rektörlük binasına hayran bir Gaziliyim ben. Sırf onun hatırına bile "iyi ki" diyorum. Sizin de “iyi kil”i cümleleriniz olsun. Zaten istemeseniz de ufacık bir şey için bile olsa kendiliğinden kurulacak o cümleler. Yaşadıkça keşfedeceksiniz. O kapıdan yumuklarınızı sıka sıka çıktığınız da, güle oynaya geçtiğiniz de olacak. Siteminizi haykıracaksınız, bazen pişmanlığınızıda. Bazı anlar gururla gireceksiniz kapısız kapıdan. Bazen aheste aheste yolları uzatıp gireceksiniz sınıfa. Bazen de telaştan nefes nefese kalacaksınız. Ama hepsini aynı kapıdan geçerken yaşayacaksınız. Şimdilerde kaydınızı yaptırdınız, rektörlüğe bakıp fısıldıyorsunuz ya “Gazili olmak ayrıcalıktır” diye, birkaç ay sonra umarım haykırırsınız. O ilk gün heyecanını unutmayın rektörlükten her geçişinizde iyi bir şey yaptığınızı hissedeceksiniz. Şimdiden hayırlı olsun ve umarım siz bizden daha da şanslı olur dolu dolu bir eğitim hayatı geçirirsiniz.

NOT: Bir sonraki hayallerinizi uzakta tutmayın...

         




             

3 Eylül 2014 Çarşamba

"Uyan Süpermen, Daha Çok Uçacaksın"

        Her gece, gündüze dair bir serzeniş, her gündüz nazı sadece ona geçen bir arkadaş. Birbirleri ardına geçip giden zamanlara takılıp, bir ömrü geride bırakanlara ithaf edilmiş gibi. Gece ve gündüz. Akıl ile yüreğin, farklı mesai saatlerine sahip iki çalışanı gibi kesiştiği o nokta. Gece ve gündüz. Hayatın bize yaptığı zarifçe bir şantaj ve o şantaja boyun eğmiş, arada kalmış, isyan etmiş, baş etmiş, yeri geldiğinde binlerce hayata değmiş insanlar...Öncelikle onlara "merhaba" Bütün yaşanmışlıkları gece ve gündüze bölen bizlere, tebessüm dolu bir "merhaba"!
       Saniyelik kararlarla yaşadığımız hayatlarımızın hızına o merhaba yetişti mi bilmiyorum. Ama buralarda bir yerde, bir nefeslik durduğunda yakalayabileceğimi umuyorum. Gece olmazsa gündüz, gündüz olmazsa gece. Sonuçta zaman iki hece ve biz cümlelere varmadan bulmalıyız onları. Ama önce, bizle olanlarla başlamalı. Uzaktan çok yakına bakın, gerçeğiniz onlardır derler ya hep, öylece başlayalım burda, şimdi, biz bize. Gündüz aklında yokken gece çat kapı gelen misafirlerinizle mi başınız dertte? Buyurun birlikte ağırlayalım onları. Birlikte ağırlayalım ki gönlünüz ferahlasın. Feraklasın ki söylenecek iki kelimeye yer açılsın. Çünkü susmuşları oynamak için ne sözler dizdik boğazımıza. Haliyle yer kalmadı. Konuşmak için beklediğiniz zamanlar vardı oysa onlar hiç gelmedi. Geçmişlere sakladınız şimdilerinizi. Kimseye bir şey diyemeden sadece şarkılara sakladınız sözlerinizi. Sözler müzik olmadan acıtır, şarkı söyleyip kurtaralım dediniz durumu. Kim bilir. Ustaca üstünü örttünüz. Hissettikleriniz hep yarım kaldı. Söylemek istediğiniz ne varsa, şarkılarda hayal ettiniz ve yine onlara yüklediniz her şeyi. Hayatlarınızı oralarda inşa ettiniz. Aklınızdan geçen neyse, yüreğinizin dinlemediği ne kadar söz varsa bir ninniyle uyur gibi uyuttunuz onları. Melodilere ne çok şey yüklediniz. Sevdanızı, siteminizi, pişmanlığınızı, isyanınızı, keşkelerinizi, amalarınızı; birleştirmeye korktuğunuz bütün kelimeleri notalarla yan yana getirdiniz. Sonra bütün bunlar yetmedi. Her zaman dinlediğiniz şarkılarınıza sırt çevirdiniz. Yeri geldi tarzınızı değiştirip bastırdınız duygularınızı. Düşünmek yerine anlık hareket ettiniz. Saniyelerle verdiğiniz kararlarınız şekillendirdi sizi. Her seferinde kulağınıza çalınan melodi başka bir şeydi. Siz dışardaki sesleri bastırmak için hep yüksek seslerde dinlediniz. Ama içinizdeki sesi hep bir köşede unuttunuz. Kalabalıkta annesini kaybetmiş bir çocuk gibi, birileri feryat ediyordu içinizde ama siz tam o anda bastınız sesleri büyüten işaretlere. Büyümüş seslerde fısıltılarınız kaldı hep. Bir de akşam çökünce ağlamaktan yorulmuş o minik yavru kaldı karanlık köşede. Halbuki ne gerçekçi hayatlar yaşandı bu memlekette. Ateş çemberinden geçmiş nice hayatlar tanıdık. Nice hayatlardan örnek aldık. Niceleri yitti gözümüzün önünde ama hepsi gerçekti. Acılar, sevinçler, hüzünler, aşklar, sevdalar, kavgalar, kızmalar küsmeler, ne varsa şu an sakladığınız, hepsi gerçekti. Belki de gerçek hayatlara değdiği için bozulmadı şimdilerde nostalji dediğimiz şeyler. Köşelerden gizlice başını uzatıp izlediği sevdaları olan o insanlar göz göze gelmeye korktular. Yürekten sevdaları bütün gerçekçiliğiyle yüreğinde yaşadılar. Masumiyetine inandıklarındandı belki birbirlerine rakip iki adamın sakin durması. Kirletilmemiş duygularda yaşanıldı her ne varsa. Kavgalar bir değer uğrunaydı. Kimse birbirini kırmadı bir gürültü için ve kimse kimseye bıçak çekmedi yoktan bir sebep için. Yokluk içinde yaşansa da kalpler sıcacıktı ki zaten üşümüş ne kadar yürek varsa hepsi o sevdalara sığındı. Onları düşününce şimdi daha iyi anlıyorsun. Meğer sen harf harf yaşarmışsın koca bir kelime sanırken kendini. 
          Gece gelen misafirlerinizi ağırlamaya başladınız mı yavaş yavaş? Bakmayın insanların misafirlik saati gündüz olur dediğine. Gece aklınıza düşenler hepsine bedel olur da onlar bilmezler. Eskisi kadar gerçekçi değil belki ya da bazen can yakacak kadar gerçekçi, yaşanıp giden hayatlarla çevrili bir dünyada düşünmeden olur mu? Düşünceler "düş"ünüze girmeseydi hiç kök olur besler miydi verdiği manayı. İşte bundandır gündüzleri sonra diye ertelediğiniz şeylerin şimdi diye tepenize dikilmesi. Geldiklerinde öyle teker teker de değil her biri peşi sıra gelir alacaklı gibi.Öyle anlar olur ki bazen yer kalmaz bir diğerine. Her birine söylenecek söz vardır. Her biri farklı farklı ağırlanır yürekte. Uğurlama kimi zaman sevinçle, tebessümle, iyi dileklerle olurken kimi zaman ardından dökülen sularla son bulur. Yastığın diğer tarafına çevirirsin o zaman yüzünü. Bir köşesi gözyaşıyla sulanmış yerde uyku tutmaz çünkü. Aklına ters bir şey geldiği zaman döner durursun. Ama aklınla yüreğindeki bütün meselelere söylenecek bir kelime bulmanla bir durursun. Özgürlük bir düğümle, problemler bir sözle çözülmeye başlar. İşte o zaman huzurlu bir uyku uyursun. İstediğin günleri hayal edersin. İnsanları yerleştirirsin elinle hayalinde bir köşede herkes gerektiği gibi oynar. Gözünü kapattığında ki dünya da olur her ne olursa. Yatmadan önceki o son demlerde geleceği istersin masumca. Olanı değil de olmasını istediğin gibi bir düş düşlersin. Gözünü açtığında çocukken üflediğimiz o baloncuklar gibi uzaklaşır senden. Sorularını su damlalarında bırakır. Beklemediğin anlarda beklemediğin şeyler olur ve sen o damlalar kurumadan, bütün cevapları o gece vermek istersin. Gündüz hayatın telaşına bıraktığın sen, gece ben olur doğar yeniden. Cevaplarını veremediğin soruları sormak yerine cevaplarını bildiğin ama söylemeye yetemediğin anları düşle hep. Sessizliğe kaybolmuş hayatları susarak kurtaramazsın. Ağzından çıkacak bir kelimeye, yüzünden düşen bir gülümsemeyle kurtarılacak ne hayatlar var. 
Sen bütün bunlara sırtını dönüp yatamazsın. 
      UYAN SÜPERMEN DAHA ÇOK UÇACAKSIN!

24 Ağustos 2014 Pazar

mutsuzluğa da var mısın??

        Hızla yol alan bir tren gibi gün içinde farklı farklı bir çok hayata değiyoruz. Her biri ayrı bir durak sanki. Kiminde durup soluklanıyoruz, kiminde bir merhabalık vaktimiz oluyor. Kimindeyse öylece geçip gidiyoruz. Tıpkı insanlar gibi. Koskoca bir ömürde hayatımızdan kimler gelip geçiyor bilmiyoruz. Onlarca sima bir yerden gözümüze takılıyor, kimileri ise ömrümüze tutunuyor. Zaman akıp gidiyor ve bu insanlar dünyanın bir yerinde, belki canım ülkemin bir köşesinde hayat mücadelesi veriyor. Mücadele diyorum çünkü yaşamak artık öylece yapılabilecek bir şey gibi görünmüyor. Hep bir uğraş hep bir telaş. Belki bütün tadı tuzu burada ama o telaşta yiten onlarca insan akla gelince de sanki bir durup düşünmek gerekiyor. Çünkü yaşam sevincinin dibini sıyırmış onlarca insan takılıyor gözüme. Sırf bu yüzden insanın dönem dönem bir şeyleri sorgulaması gerektiğini düşünenlerdenim. Kendimize, çevremize, ömrümüze şevkle, sımsıkı sarılabilmek, hayata dört elle tutunabilmek için bu gerekli. Çünkü zaman diye öyle bir kavram var ki bütün dengeleri değiştirebilen bir güce sahip. Gözünüzü kapatıp açın. O kadarcık bir saniyenin bile geri getirilemeyeceği bir sistemden bahsediyoruz. O yüzden insanın neyi, niye yaptığını bilmesi çok önemlidir. Kaybedilen şeyler geri getirilebilir. Hayata dair akla gelen her şey bittiği yerden yeniden başlayabilir. Ama zamanı geri getirmek ancak izlediğimiz bilim kurgu tadındaki filmlerde geçerlidir ve bizler, tam anlamıyla, bizleri zorlayan "gerçek" hayatlar yaşıyoruz. O yüzden oyuncak atlara bindiğimiz zamandan, sallanan koltuklara kadar geçen ömrün hakkını vermek için neyi niye yaptığımıza dair cevaplar biriktirmeliyiz.
        Hadi beraber şeffaflaşalım kendimize. Ancak basit cümleler doğru kurulur. Bunun için sorular soralım birbirimize ve aklımıza gelen ilk soru "ne istiyoruz" olsun. Sahi ne istiyoruz? Yaşam dediğimiz beş harf iki hece, içinde sakladığı ise sanki binbir gece. Her gün farklı senaryolar, her günün ayrı birer baş rolü var. Peki biz bu hayatın neresindeyiz? Bize verilen rol ne? Hayattan ne istiyor olabiliriz? Aşk, aile, kariyer, para, huzur, sağlık, şan şöhret... Listeye ekleyebileceğin o kadar çok şey var ki renkli dünyanda. Bunlar arasından neler mutlu eder bizleri? Bu soruya verilecek cevapla iş bitmiyor tabi ki. Her biri kendi içinde dallanıp budaklanacak, yer yer kümelenip soru yumağı olacak. İşte neyi, niye yapmak istediğimizi bilirsek verilecek tek bir cevapla o sis bulutu dağılacak. Ama önce o sorulara verilecek kuvvetli bir cevap aranacak. Hayattan ne istiyoruz dedik O kadar cevabın ortak bir kesişimi olacak ki o da "mutluluk". Ne seçersek seçelim bir miktar hazzı yaşadıktan sonra gözler, gönlün bir yerlerinde mutluluk kırıntılarını aramaya başlayacaktır. Etrafımızda çok sık rastladığımız denklemdir bu. Her şeye sahip olanla hiçbir şeye sahip olmayanın aradığı yegane şey mutluluktur. Mutlu olmak için yapılmayacak şey yoktur. Bencilliğin kıyısına bile dayanırsınız bunun için. Mutluluğu uzaklarda arayanlardan çok, yanı başındaki şeylerde mutluluk bulanlar hayatın tadına varabilir. Bir kuşun sesinden, çalan bir şarkının esinden, ansızın akla gelen bir melodiden, bir dalga sesinden, bir insan nefesinden, annenin babanın tebessümünden, takımının galibiyetinden, alınan minik bir hediyeden, okunan bir ezan sesinden, dinlenen neyden, tanımadığın bir gülümsemeden, içten bir teşekkürden, gündüzün telaşından gecenin sakinliğinden, bir kitabın kokusundan ya da sıcak bir yemeğin buharından, yalnızlığın kahvesinden, çayın deminden, yüreğe dokunan ufacık bir şeyden bile mutlu olur bu insanlar. O insanlar ki hayatın içinden, yaşama sevincinden bir damlacık suyu okyanusa hediye edebilenlerdir.
       Hayat bu. Pembe tadında hayaller kurmak güzel, bunların gerçekleştiğini görmek çok güzel. Ama insan var, hataları var, seçimleri var. İşte bütün bunlar hayatı şekillendiriyorken "ne istiyoruz" diye başka şeylere de sormak gerekmez mi? Hayatın alt kümesi onlarca şey var. Ailemizden ne istiyoruz mesela? Arkadaşlıklarımızdan, eşlerimizden, dostlarımızdan? İşimizden ne istiyoruz? Bizim hayatımızı şekillendiren bunca önemli unsur varken bizler aslında ne istiyoruz, nasıl olsun istiyoruz? Şu hayata atılacak tek bir imzamız varsa bütün bunların da verilecek bir cevabı olması gerekir. Yoksa silinen hayatlardan biri olur, kaybolur gideriz. O yüzden atılacak her imza taklitten uzak olmalı. Bakıldığında başkalarının hayatlarını yaşayan, başarısızlık başına vurmuş, kendini sevmeyen, acımasızca yargılayan, diğer insanlara da bu hakkı veren kaybolmuş hayatlar göze çarpar. Tanıdıktır onlar belki senin yakınında da vardır belki de sen en yakınsındır. Ne yazık o hayatlara ki sanki bir robotistanda ömür sürer gibi geçer gider ömürleri. Onlara günleri seneler sürer. Neyi niye yaptığını bilmeden, sırf birilerine cici görünmek için kaldıramayacağı yükler altına girer. Halbuki yaptığı işin bir anlamı olduğuna inansa her yükü kaldırabilir. Aksi hali rüzgarı kovalamaktan başka bir şey değildir. O kovalamaca da kendini unutur, en kötüsü de kendine küser. Şu dünyada ne kadar fenalık varsa kendiyle barışık olmayan o küskünlerden gelir. Aslında onların istedikleri başka bir şeydir ama çok şey değil. Beklentileri, hayalleri çok başka diyarlardadır. Özgürlüğe kavuşmak isteyen kuşları kafese kapatmak gibi onların hayatı. Ama o dillere destan toplumsal dayatmamız nice hayatları savurur da yok eder. Nice bülbülleri küstürür de yuvalarında da, bir hoş sedaya hasret bırakır. Sonuçta istenmeyen işler, sevilmeyen eşler, mutsuz aileler, huzursuz bebekler, sorunlu tipler ve kangren olmuşcasına birbirine bağlı hayatlar çıkar önümüze. İşte onlar ki geceden mutluluk bulamazlar çünkü, yalnız özlemi gündüzde kalanlar geceden korkarlar. 
           Hangi kapının ardından ne çıkacağını bilmeden yaşıyorken bırakın geceleri huzurlu olmak sizin payınıza düşsün. Bunun için çabalayın biraz da. Başkalarının arzularını bertaraf edin birazcık, kendiniz için yaşayın n'olur. Çünkü senin arzuladığın dünya gerçek, o dünya var, hayallerine saklama onu. Bırak insanların ne düşündüğünü. Onların ki gereksiz eleştiri gizli hayranlık çelişkisi içindeler. Sen doğru olduğuna inandığı şeyi yaptığın sürece her şey yoluna girecektir. Neyi niye yaptığını bildiğin sürece sorulacak her soruya verecek bir cevabın illaki olacaktır. Her şey her zaman yolunda gitmez. Bazı sorunlar elbet olacaktır. Zaten olmasaydı ne tadı kalırdı yaşamanın? 
       Denizleri sevdiren dalgadır, yakamoza o heybetini veren yine o köpükten sulardır. Böyle anlarda çare ya da bahane bulmak sana kalmış ama artık kaçırma zamanı, hakkını ver şu yaşamanın. Ne yaşayacaksan kendi isteğinle yaşa. Acısıyla tatlısıyla benim diyebileceğin bir hayatın olsun. Ama son bir şey, seçtiğin hayatın senin olduğuna emin olmak adına son bir soru daha:
       Mutlu olmak için yaşıyorsun ya (kim istemez zaten mutlu olmayı) ama sen, mutsuzluğa da var mısın?
               
           
                
           
            

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Kahramanım Ol

        Romantik bir neslin çocuğu olarak sahnede yerimizi almamızla başladı her şey. Canım ülkem de her an yepyeni şeyler olurken bizler yetişemediğimiz yerde bir yetişen aradık. Eksik yanlarımızı farkettik önce. Sonra onları bertaraf eden birilerine sığındık. Kahramanlar bulduk kendimize. Daha minnacıkken masum birer kahramanlarımız vardı hepimizin. Büyülenmiş gibi çizgi film izlerken, hep o kahramanlarla büyüttük kendimizi, hayallerimizi. Ele avuca sığmayan çocuk bile idolü olduğundan sakince oturup izledi onları. Erkek çocukları daha deli doluydu. Büyüdükçe "güç bende artık" sloganını felsefeleştirselerde izlenilen hep aynıydı. Daha sakin olanımız, içine kapanığımız bile bir şeyler buldu kendinden. Özdeşleştirdiğimiz kahramanlarımız hayallerimizde can bulurdru yeniden. Kötülere düşman iyilere dost diyebileceğimiz onlarca süper kahramanı vardı hepimizin. Bazen sempatik kötü kahramanlara da göz kırpmadık değil. Büyüdükçe bazılarımız kucak açtı onlara ama bizler yine de o kahramanlarla büyüdük işte. 
        Büyüdükçe değişti bazı şeyler önce,kademe kademe olarak ,kahramanların ismi değişti. Kızların hep babaları oldu kahraman erkeklerin de süper güçlü oldığuna inandığı anneleri. Yer değişti bazen ama anne-baba değişmeyen kahramanlar oldu hep. Hala gücünden bir şey kaybetmemiş ardımızca duran kahramanlar. Sonra büyümeye devam ettik biz. Yepyeni dünyalar keşfettik, her keşifte yepyeni insanları aldık yanımıza. Yepyeni olaylar yaşadık birlikte. Böylece kahraman tanım aralığımız genişledi. 24 saat bayrak için, vatan için nöbet bekleyen, dağda ovada çakallarla uğraşıp, o bayrak için can veren nice kahramanlar tanıdı bu millet. Şanlı tarihinden süregelen bir geleneği devam ettiren, ecdadın yüzünü yere eğmeyen binlerce yiğidi bağrına bastı. Kahraman dedikçe akla onlarca şey gelmeye başladı sonra ücra bir köşede öğretme aşkıyla yanan bir öğretmen kahraman oldu önce. Kanser öğrencisi için saçını kazıtan bir öğretmen tanıdık mesela. Ve binlerce koca yürek yine binlerce minik yüreği heyecanlandırdı okul sıralarında. Mekan sınırlamasını kaldırdığında bi onlarcası daha bağırdı bizde burdayız diye. Ülkenin her bir köşesinde adı bilinmeyen onlarca kahraman öğretmenler tanıdık bu sayede. Sonra doktorlar geldi akla. Yaraları saran, ağız tadını sağlayan nice şifalı doktorlar geldi,  ama önce gülümseyen doktorlar. Sonra bir hastaya şefkatle su veren hemşire, kimsesizler yurdundaki sevgi dolu çalışanlar, huzurevlerindeki sabırlı insanlar, günaydınla hayatları değişten koca koca adamlar, fakiri gözeten zenginler, canla başla evladın peşinde koşturan anneler, doğum sancısıyla başbaşa kalmış, 9 ay gel de gözümün nuru ol diye beklemiş o eli öpülesi anneler, bir de babalar. Evin direği, kaç parçaya bölünmüş bütün ailenin yükü omzunda, helal lokma peşinde yüreği yufka görünüşü dağ gibi koskoca yürekli babalar. Ahh o babalar! Yerin binlerce metre altında kömür karadı elleriyle tertemiz babalar, orda can veren kahraman babalar! 100 gün oldu bugün. 100 gündür evde bekeleyenin değil hepimizin ciğerini yakan babalar! Bu yılın en kahramanı aslında onlar..
      Acıyla yoğrulduğumuzdan mı bilmem bir anda açıldı dimağın kilidi. Kahramanlar listesinin ardı arkası kesilmedi. Mühendisler geldi akla ama Gölcükteki, vandaki gibi değil. Kumdan evlerde yiten canları kurtarmak için gelen yardımseverlere kahraman denir onlara değil. En acı zamanlarda imdada yetişene, Betonlar arasındaki  "sesimi duyan var mı" fısıltısına karşılık verene denir. Sonra ne biliyim adaleti sağlayana kahraman denir. Suçsuz bir insanı ipten alana, adaleti geciktermeyip tez verene denir. Ani bir manevrayla onlarca yolcunun canını kurtaran şoföre, İlk yardım yapana, darda kalana koşana denir. Böyle böyle söylerken farkettik ki işin tılsımı meslekte değil. İnsana yararlı olan, insanın değerini bilene kahraman denirmiş. Şu kısacık hayatta olmaz denilen o kadar şeyi yaşadık ki aciz kalındığında tekme yerine el uzatanı benimsedik hep. Kahramanlarımızı onlardan seçtik. Küçük bir çocuk masumiyetinde ve aynı çocuğun teslimiyetiyle sevdik onları. Duygusal bir milletiz biz bakmayın öyle beylik laflara, astık kestik tavırlara. Sevmeyi bu kadar belalaştıran başka bir millet gördünüz mü hayatınızda? Sırf bu yüzden bile aksine inanmak olmaz. Sevmeyi bu kadar seven birinin zor anında, hayatında, hayalinde birilerini kahraman olarak ithaf edip onu yaşatması çokta abes kaçmaz. Çünkü biz en sevdiğimizi kahraman yaptık kendimize. Bu 7 yaşındayken de böyleydi 70inde de. Hala "kahramanıım" diye tonladığımda aklınıza kalbinizin ritmini değiştiren birileri geliyprsa işte bu sevmeden. Sevgiyi bilmesek de, sevmeyi biliyoruz. Adını koyamadığımız duyguların esiri olmuşken bari bırakın kahramanlarınız cesurca dolaşsın. Hayattan bezen bu kadar insan varken hala bırakın güvendiğiniz birileri hep yanınızda kalsın. Çünkü bu uol çok meşakkatli. Tökezlediğinizde birinin belinizden tutmasını istediğiniz gibi düştüğünüzde gözleriniz hadi kalk diyen birilerini arayacaktır. Hala vaktiniz varken bırakın da birileri kahramanınız olsun. izin verin birileri hep hayatınızda olsun. Ya da siz. Birilerinin hayatına değen sihirli eller olmak için hiç geç değil bilesiniz.

NOT: Sevmek, sevdiğini söylemek ota kuşa böceğe dağa taşa ormana ama en özeli insana, sevgisini göstermek en önemli kahramanlık belirtisidir. 
     İlgililere duyurulur... 

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Monolog

Uzun zamandır şu konuşmayı yapmamak için kendimden kaçıyorum diyorsanız eğer buyrun beraber yakalanalım en acımasız sorguya.
Hayatımdaki insanlarla birlikle kendimi çıkarıp koyuyorum ortaya. Bütün ciciliklerinizi sıyırıyorum. Tanıdığım halinizle, asla tanımadığım sizi karşı karşıya getiriyorum. Yaşanılanı yaşanmışlıkları ne varsa hepsini düşünüyorum teker teker. Ne kadar yakındık? Acaba yakın mıydık? Göstermelik ilişkiler miydi paçamıza yapışan ya da gerçekten dost muyduk birbirimizle? Sen yanındakiyle ne kadar yakınsın mesela? Nelerini biliyorsun onun? Sorsalar söyleyebilir misin özelliklerini? Yahu illa birini tanımak için saatlerce zaman mı gerekli? Ben bir bakışından anlarım bana göre olup olmadığını. Bir sözünden, tavrından, halinden hareketinden. Boynuna taktığı kolyeden bile yorum yapabilirim önyargısız. Kimseyi yargılamak benim haddime düşmezken karşımda kimleri kimleri ekip biçen insanlar oldu. Sahi ne çok insan oldu hayatımızda. Ne çok hayatlar temas etti birbirine. Ne çok kişi tanıdık sayende diyorsan sende birilerine, etrafında onca kalabalık varken içini ferahlatacak tek bir kelime duyamıyorsan birinden, çak bi kibrik at o kalabalığın üstüne. Kuru kalabalığın gönül yorduğu durumlara fazlasıyla aşina birinden bu tavsiye. Sende bana desene, seni bu kadar emin kılan şey ne diye. Emin olduğum falan yok. Sorgulamaya başladığım anlardan korkarım hep gecenin bir vakti aklım isyan konuşması yapıyorsa sana, inan hiçbir şeyden emin değilim ben. Tanıdığım onca insanın muhteşem değişimini şaşkınlıkla izliyorum. Bazen hayret ederek bazen gıpta ederek. Bazen mis kokulu bi bahçeyi koklar gibi bazen mide bulandırıcı bi görüntüyü hazmeder gibi. Herkese kendini iyi hissettirmeyi düşlerken, gözümü en mutluya dikmişken insanların beni benle sorgulattığı an gelmişse tehlike ufak ufak sızıyor demek içimizde bir yerlerden. Sizde içinizden, bende yeter diye bağırıyorum da duyan yok feryadımı diyorsanız geriye kalan cümleler sizin olsun. İçinizden geldiği gibi devam ettirin yazıyı. Bağırıp çağırasınız mı var buyrun. Boşverlerinizi yetere, suskunluklarınız çıplığa, görmezden geldiklerinizi göz önüne sermek istiyorsanız da buyrun. Buyrun bu kapı bugün ardına kadar açık. Vefasızlığaysa öfkeniz buyrun kusun içinizdekileri. Kullanılmışlığa, sahtekarlığa, riyakarlığa, samimiyetsizliğeyse önden buyrun. Ahlak danışmanı gibi davranırken en büyük ahlaksızlığaysa şikayetiniz beni de ekleyin yanınıza. ince düşünmek diye birinin kıçından uydurduğu, aslında olması gereken bir şeyi lutufmuş gibi gösterenlerin hepsine kocaman bir itiraz gelsin bu gece. Hayatınızda kimseye söylemeye cesaret edemediğiniz şeyleri buyrun haykırın burdan. Zaten siz sustuğunuz için oluyor bütün bunlar. Hadii ne bekliyorsunuz! Ayıp olmasın diye yuttuğunuz bütün sözcükleri özgürlüğüne kavuşturun. Çıkın artık şu "aman Ali Rıza Bey tadımız kaçmasın" tiradından. Doğaçlama yaşamayı unuttuğumuzdan beri sahte hayatları sahte kişilerle, bizim olmayan repliklerle yaşıyoruz. Karakterliliğin adını pek de modern olan şeylerle anıp kirletiyoruz. Sizi bilmem de ben gerçekten yoruldum. Kendimle sizin için kavga etmekten yoruldum. 
Ben tanımadığım yakınlarımdan yoruldum
Uğraşıp didinirken samimiyet belirtisi aramaktan yoruldum
Aklıma geldiğinde kalbini kırmıyım diye çenemi kasmaktan, sonra kendi gönlümü yıkmaktan gerçekten yoruldum
O yüzden hayatlarınız sizin olsun. Hani derler ya bahaneler sudandı aramız nehirlerde boğuldu diye bu da öyle bi hesaplaşma işte..

Hadi gözlerimizi kapatalım birlikte açtığımızda hepsi bi rüya olsun. Dönüp sırtımızı yön değiştirdiğimizde düzelsin her şey. Gündüzü şen şakrak karşılayalım birlikte ve yazdığımız saydığımız sövdüğümüz her şey koca bir boşluk olsun. Hiç yaşanmamış olsun. Her şey gönlümüzce, herkes keyfimizce olsun. İsteklerimiz gerçekleşmiş, beklentilerimiz karşılanmış arkadaşlıklarımız daim dostluklarımız bahtiyar olsun. yıkılmış hayaller, kırılan kalpler, kursakta kalmış hevesler hepsi bi balonun içine dolsun ve gökyüzüne doğru uçsun. Herkes yerinde mutlu mesut olsun...

NOT:
Masallar çocuklar içindir ve en çok o masumiyetleri hakeder..
Ha bir de kimseyi yastığınızın bir köşesini ıslatacak kadar çok dert etmeyin.