22 Şubat 2014 Cumartesi

EYVAAH

       Koskoca bir ömürde yaşanılan onca olay, biriken onca anı var. Her birinin hissiyatı bambaşkayken en çok ne hatırada kalır? Yaşanmışlar boyumuzu aşmış, bizler yeni yeni sulara açılırken, hatırlarda yüzerken bi' nevii, neler bizde iz bırakır? En çok ne sevindirir, neler güldürür bizleri? Nelere üzülürüz, ağlamaktan helak olmuş gözler kime dönüktür? Neler yaşanmıştır onca zaman ve yaşanılanlardan hangisi bizde derin izler bırakır?
        Sorgulamakla geçiyor  günlerimiz, her şeyi herkesi bir yerde sorgularız fakat iç hesaplaşmanın bedeli çok farklı oluyor. Her sorulana bi cevabımız var da bir tek söylediklerimin cevabı yüreği sıkıştırıyor. Kocaman bir nefes vermeden için rahatlamıyorsa ve bunu sık sık yapıyorsan zamanı gelmiş demek ki. Yüreğinde cevaplanmamış sorular birikmiş, varlığının ağırlığıyla acı veriyor demek ki. Demek ki, farketmen gereken bir şeyler var ve cevabını bekleyen sorular tam karşında duruyor. Şimdi bütün gardını düşürüp kendi cevaplarını vermelisin kendine. Can yakan şeyler belli. Ölüm dışında hiçbir sebebi geçerli kılmamak gerekli desem de olmuyor işte elde değil. İnsanımız yoğun yaşıyor duygularını. Sevincini nasıl cümle elaleme duyuruyor, davullu zurnalı yapıyorsa, acısını da bir o kadar yoğun ve içten yaşıyor. Belki aleme yansıtmıyor ama kendi içinde öyle şeyler yapıyor, düşünüyor, kurguluyor ve yaşıyor ki bunun kelamı olmaz. Acıyı sevmeye müptela insanımızı en çokta sevmenin ağırlığı eziyor. Sahi sevmenin bedelini ne ağır ödüyoruz, ne çok canımız yanıyor bu konuda. Sevdiğimi söylemezsem sevme derdi boğar beni demiş Yunus. Sevme derdiyle bu kadar haşır neşir olan bizler için aslında boğazımızda bir kemend dolaşıyoruz. Altımızdaki tabureye kim, nerde vuracak o tekmeyi bilmiyoruz. Sevmek cesur işi derler ya hep, ömrü tek bir hamle de yaşayan insanlar için söylenmiş bu söz. Tek bir hamle de yerle bir olacak hayatı, bedel olarak önüne sermek sağlam bir yürek ister. Ama o cesur yürek aslında nasıl da ürkektir bilinmez. Belkilere tutunup, keşkelerle yüzleşir. Olurla olmaz arasında gider de gelir. İçindeki harmanın yangını için tek bir kıvılcım yeterken o eser de eser. Bir de çoktan ateş içinde kalmışlar var. Feryadı sessiz çığlık olanlar. Onlar ki eli kolu bağlı, sabrını sabırla sınayanlar. Ciğeri köz olmuş bir grup insan onlar. Belki en çok hakedeni belki de en çok utanması gerekeni.


         Bütün bunları düşününce anlıyorum ki ne hissettiğini bilmek önemliymiş. Yaşadığın duyguyu anlamlandırmadığında yanıyormuş canın. Sevdiğin halde sevmiyor gibi yaparken, kıskançlıktan için ezilirken umrunda değilmiş gibi yapınca üzülüyormuşsun. Yok, olmuyormuş öyle tavırsızlık, en kötü şeymiş tavrını belli etmemek. Susmak boğuyormuş insanı. Var olduğunu bal gibi bildiğini yokmuş gibi yapmak ancak eziyet oluyormuş yüreğe. O kahkahalarının ardına sakladığın hüznün bir melodide su yüzüne çıkıyormuş. Şarkıların arkasına gizlenerek yaşadığın duygular, aslında gerçekte vücut bulmuş haliymiş. Seni olmayanlar değil yanıbaşındakiler yakıyormuş hep. Üzülmek bi yana canın yanınca kötü oluyormuş. Söyleyememek diye bi ağırlık var ki kalbe mühür, işte o ne ağır bir yükmüş. Ne ağır bi vebalmiş kendine. Nasıl bi acıymış aslında nasıl bir yürek daralması.. Biliyorum Kaldıramayacağın yükler yüklüyorsun kalbine ve sen bunlardan habersiz sadece dururken, ben izlerken yoruluyorum. Bu kalp kaldıramıyor artık olanı. Tahammül sınırın çoktan aştı belki de. Dayanamayacağın her halinden belliyken kendini bu kadar sıkmak, güçlü duracağım derken içten içe erimek, tüketmek kendini, niye?
           Sende demiyorsun ki bana sevme derdinde mantığın ne işi var. Ne soruyorsun bunları! Yapabilseydim yapardım diye söylesene. Söylesene bana, kim ister ki şöyle olmayı ve kim ister ki yüreğini ateşe atıp öylece durmayı? Desene birileri yüreğime basa basa uzaklaşıyor benden. Söyle, içim yanıyor ama söyleyecek bir şeyim yok diye! Hala neye bu ısrar nasıl bir azap ki bu susup beklemeyi reva görüyorsun kendine. İki dudağının arasından çıkacak söz çözecekken meseleyi, en kötü rahatlatacakken içini niye bu sözlere mühür? Neye bu sır, kalbi karatmak niye? Ben feryadımı niyelerle dillendirirken sen içinde belkili cümleler kurmaya başladın bile, biliyorum. O zaman denilcek tek bir şey kalıyor. Bilirim enkazın hayali canlandı gözümde. Ancak felaketlerde söylenir bu söz. Çaresizlik yapışmadan gönlüne, dilinden çıkmaz o feryad.Bilirim kocaman bi' eyvaah yakışır buraya. Sana, sevdana, etrafına, ona... Koskaca bir eyvaaah...!

18 Şubat 2014 Salı

Büyük Cadı'ya sevgilerle...

               İnsan ilişkilerinde en sevdiğim sözdür belki de " nazı geçmek". O insanları bulmanız, kaynaşmanız o kadar büyük bir şanstır ki hayat telaşesinden farketmezsiniz çoğu zaman. Güvenmek, inanmak,dinlemek çok güzel tartışmasız, ama nazı da geçmeli insanın karşısındakine. Hakkını vermek gibi gelir bana, dostluğun derecesidir belki de bilemiyorum. Ama ben nazımın geçtiği insanları çok seviyorum. Çünkü o kıvam çok farklıdır. Herkesle tutturamazsınız. Dosttur belki herkes, herkes arkadaştır ama bu dediğim hissiyatın kıdemi çok daha ayrı bir yerdedir ya da benim nazarımda öyle bilemiyorum. Ama bunu yaşayabildiğim insanları çok çook ayrı bir yere koyuyorum.
               İşte nazımın geçtiği (belki de en çok ona geçiyor) arkadaşımın doğum günü bugün. Şimdi böyle duygusal bir giriş yaptım gibi oldu ama aldanmayın siz ona. Yazının muhattabı azıcık odun olduğundan çokta tesir etmeyecektir diye düşünüyorum. Hatta okuduktan sonra "yaa hilaaal " diye susmayacaktır da. Hani birilerine baş belası deriz ya benim hayatımdaki belaların en püsküllüsü de odur işte. ama öyle böyle değil, kafasına tava vurup bayıltmak istediğim zaman mı oldu, yastıkla boğmaya kalktığım zaman mı, bir sus diye ağladığım, bütün sosyal medyadan engellediğim zaman mı.. Hepsini yaptım inanın ve de hiç zorlanmadım yaparken. Azıcık vicdan dahi yapmadım ki milletin kahkahadan kırıldığı bir filmde ağlayacak bir şey bulmuş insanım. Yok yani bu kız nasıl çıldırttıysa beni şunları yaparken zerre pişmanlık duymadım. Bir daha olsa yapar mıyım? Immm sanırım evet. Sadece bununla da bitmiyor ki bana ettikleri.Bir insan mesaj atarken maksimum atacağı bir sayı vardır değil mi? Bunda yok. arka arkaya garanti 100 mesaj atabilir. Yetmez o bülbül sesiyle teknolojinin son dönem hediyesi olan ses kayıt özelliğini de kullanır. sabahın köründe gelen mesajı açtığınız da nerden bulduğunu bilmediğim, ama duyduğum anda uyanabildiğim şarkılarla günaydınlarını iletir.Huysuz anınıza geldiyseniz zaten yandınız. O mesajın içeriği bir değişir, sesin tonu bir kayar. O an bir taş olsa tereddüt etmezsiniz inanın bana. Yahu bu kız bu kadar ne yapabilir diyenlere inat birazdan bir örnek yükleyeceğim. Tabii iyi halleri de yok değil. Eğer gardını düşürüp arkadaş olabilmişseniz şanslısınız. Çünkü iyi bir arkadaştır ( sezarın hakkı sezara). Ne anlatırsanız anlatın dinler, yardıma ihtiyacınız varsa hemen halleder. Paniktir biraz ama azıcık bir gazla yapamayacağı şey yoktur. Allah vergisi 8 oktavlık sesiyle söylediği şarkılar, yaptığı taklitlerle gülerken cinayet planı da yapabilirsiniz. Yani yaratıcılığınızı geliştirebilecek bir insandır o:)) Keyifli zaman geçirmek istiyorsanız bu kızı tanımak zorundasınız.Ama o kıvama gelmesi için biraz çabalamalısınız. Hadi minik bir ipucu olsun benden size, istediğini yaptırmak istiyorsanız bir tabak kısır, efendime söyliyeyim tatlı( cupcake öncelikli) bunlarla kandırabilirsiniz. Kandırma demişken söylemeden geçemiyeceğim çok çabuk inanır bu cici kız. Filmlerde bir şekere kanan bebekler olur ya farkı yok desem yeri. İki dakikada uydurup hayatta inanmaz dediğim şeylere öyle tepkiler aldım ki artık bunu bir hobi haline getirdim desem yeridir. Bir şeyleri uydurup uydurup onu kandırınca, bir de komik komik ama çok samimi tepkiler alınca haliyle bende çok eğleniyorum( bunu yazarken önümde bir ego kartı var)
              Gördüğünüz üzre baş belasının sözlük karşılığı olan bu arkadaşımın bendeki cümleleri bitmez.Çünkü paylaşılan o kadar çok anı var ki saymakla bitmez.Aslında arkadaştan çok küçük kardeş gözüyle baktığım ve cidden başımın belasıı Sena Hanıım artık 1 haneli yaşları geride bırakıp 2lilere geldii.Birkaç aydır küçük çocuk muamelesi yapmaktan zevk alıyorsam da artık elimde bir koz kalmadığından bunu devam ettiremeyeceğim. Okuyorsa ya da duyarsa söyleyin ona bu hiçbir şeyi değiştirmedi. Hala benden küçük ve hala bana abla demek zorunda. Aksi halde ki o benim aksi halimi bilir başına gelebileceklerinden sorumlu değilim. Neyse efendiiim gelelim sadede:
               Çocuk yürekli masum arkadaşım.  İyi ki doğmuşsun,( bunu diyeceğimi hayatta beklemezdim) her şey gönlüne göre olsun olur mu...( SENA gözünü seviyim absürd şeyler isteme acısı benden çıkıyor sonra) Şimdilik bu kadar yeter hadi bakalım arkadaşların seni bekleer.
                Doğum günün kutlu olsun büyük cadıı:))
          

11 Şubat 2014 Salı

????

          Ne çabuk değişen varlıklarız, ne kadar hızlı değişiyor heveslerimiz. Dün olsun diye ortalığı ayağa kaldırdığımız, yeri geldiğinde taş üstünde taş,kırılmadık kalp bırakmadığımız şeylere bugün göz ucuyla bile bakmayabiliyoruz.Sahip olmak için cümlelerin en renklisini belki de en ikna edicisini kullandığımız dönemler geçiyor kelimelere bile tenezzül etmiyoruz.Ne çabuk geçiyor hevesimiz. Ne çabuk sıkılıyoruz her şeyden.Belki de en kötüsü ne çabuk tüketiyoruz birbirimizi, kendimizi...
            Ne kadar hızlı yaşıyoruz biz? Birbirimizin ne kadar farkındayız? Saçma sapan olayların peşinde ne çabuk harcıyoruz düşüncelerimizi.Kişilik dediğimiz şey ne hale geldi bir dönüp bakın etrafınıza n'olur. Nasıl bir tek tip özentiliği bu, nasıl bir riyakarlığın içinde bu insanlar.Bir şeyin içi dışı herkes bulaşık olur mu? Samimi olduğunu hissettiğin andan bile şüphe duyar mı insan? Güvenmemeye, inanmamaya meyilli binlerce insan...
            Düşününce anlıyorsun aslında ne ağır bir vebal bu. nasıl acıtan bir şey. Farkında olmak mı? olsaydık yazılmazdı bütün bunlar.Yazılmazdı ordan oraya savrulan, boş geçen hayatlar. Başkalarının ağzına bakarak yaşayan, çıkan her kelimeyi emir olarak algılayan, şımarıklığı marifet, hadsizliği zeka zanneden ufacık beyinlerin bu kadar haykırışını duymazdık inan. Belki de bu kadar sesli yaşanmamalı hayatlar. Bağıra çağıra olmamalı bütün bunlar.Sesler nağmelikten çıktı çünkü, iğrenç bir gürültü ortasında yaşamakta kalite olmamalı, hiçbir zaman. Zannderek yaşayanların uydurduğu bir dünyanın insanı olmaya çabalamak mı? Bakın etrafınıza sırıtan hayatlar çarpar zaten yüreğinize. Sahi sizin de mi kalabalıktan şikayetiniz? O kalabalıkta tek kelime edicek bir insan bulamayanlardan mısınız? Baktığın göz göz değil,dinlediğin söz değil mi? konuşurken yoruluyor musunuz sahi siz de onlardan mısınız?  Bence artık sizde farkındasınız. İnsanları erite erite yol alırken boğulmaktan korkanlar için söyliyim bu kadar debelenmek yerine inceldiği yerden kopsun artık. Tahammül sınırları diye bir şey var ve eminim siz onu çoktan aştınız. İnsanlara cici görünmek diye bir hal yok. Kimse kimse için bir kılığa bürünmemeli. Onlar için yaptığın yeter zaten. Madem bu kadar şikayete meyilliyse dilin, bırak dönemyiversin artık, konuşmasın. Hem sessizlikte güzel arkadaştır. Hayatın boyunca her şeye konuştun zaten bırakta biraz onlar anlatsın.Gerçi dur senin hayatında konuşan çokta, dinleyen yok. O zaman yapılcak en sakin şey oluruna bırakmak.Aksi halde ilmek ilmek sökülen ilişiler söz konusu.
              Takip edilemeyen bir ayrışmanın içinde, tutunabildiğin tek şeye sarılma ihtiyacı  de alışılmışlık de bilmiyorum artık nasıl anlamlandırıyorsanız. Ama ben sessiz çığlıkları duymaya başladım. Yıpranmış ip kopar da uçları ince ince açılır da dağılır ya, ben, işte tam da o anı görüyorum gözleriniz de. Koştur koştur yaşadığınız hayatlarınızda ani kararlar verin hadi, yoksa dibe vurmanın ne olduğunu çok "hızlı" bir şekilde hissediceksiniz.
            Yazının başında ne diyorduk? "ne kadar hızlı yaşıyoruz, ne çabuk tüketiyoruz birbirimizi" Sahi NİYE bu kadar hızlı yaşıyoruz, NİYE tüketiyoruz birbirimizi?
( Cevabını bilen böyle gelsin)