İnsan bir ömrü yaşar da nasıl yaşar? Neyle yaşar, kiminle kimlerle birlikte yaşar? Yeryüzünde milyonlarca insan, her birinin kendine ait hayatı, o hayatların başka hayatlarla etkileşiminin olduğu koskoca dünyada ne kadar küçük parçalarız aslında. İşin çıkılmaz yanı her bir parçası da apayrı bir dünya olması. Yani diyorum ki dön bir bak etrafına.seni çevreleyen onlarca hayat varken sen hangisinin farkındasın? Senin farkında olan kaç hayat var dön bir bak etrafına da cevap verebil bana. Ama önce daha sert bir soru soruyum mı sana? Onlarca hayatın cenderesinde savrulurken, ucundan kıyısından onlarca hayata dahil olurken sen, kendinin farkında mısın acaba?
Hadi farkındalığa var mısın şimdi, burda? Yoksan boşver okuma, hiç merak etme sonrasını. Var olanlarla devam edelim biz şu minik sorguya. Sorgu dediğime bakma loş ışık altında çapraz ateşe tutmayacağız kimseyi. Ama bil, yüreğin feraha ulaşması için ateş iyi.
Kıvılcımı tutuşturma vakti madem sor bakalım kendine etrafında kimlerle o benlik? Kimlerle arkadaş, kimlere dost demiş? Dost dediklerini bilmiş mi peki, hissedebilir miymiş onların aklından geçenleri? Hayatına kimi niye almış mesela? Çıkarları uğruna harcamış mı birilerini? Egolarıyla ezmiş mi mazlumu? Zalimi şikayet ederken belki çapında en mazlum o?
Ne biliyim kimlere yardım etmiş şimdiye kadar? Yetim başı okşamış mı mesela yoksa hor mu görmüş insanları? Tepeden bakmış mı hiç birilerine ya da baktığında o tepenin inişini düşünebilmiş mi? Umrunda olmuş mu hayat? İnsanlar umrunda mıymış bir sor? Birilerinin köpeği olmuş mu? Köpek diyorum söyle alınmasın tabiri gözünde canlandırabilsin diye. Rant uğruna harcamış mı insanları? Ayağını kaydırmamıştır değil mi kimsenin? Kimsenin arkasından iş çevirip yüzüne gülecek kadar hain de olmamıştır. Oynamış mı hiç onu da sorsana. İlk aklına geleni demiyorum tabiki insanların yüzüne karşı binbir maskeyle çıkıp her birinde farklı rollere bürünmüş mü onu soruyorum. Çok moda ya şu an -mış gibi yaşamak. Her şeyi mış gibi yapanlarımız var ya hani. Seviyormuş gibi, özlüyormuş, ağlıyormuş, kızıyormuş, küsüyormuş, ilgiliymiş, üzgünmüş, çalışıyormuş, uyuyormuş... Amaan aklına gelebilecek tüm eylemlere koy işte -mış ekini. Şu ara çok moda.
Neyse biz devam edelim ne diyorduk. Soruyorduk, bugun kendimize soruyorduk. Aklıma gelmişken sorsana kendini mutlu eden şeyleri biliyor muymuş? Neye güler , neye ağlar neye kırılır biliyordur değil mi? Mesela hangi şarkı da hüzünlenir, hangisinde neşesi yerine gelir? Sadece kendine özel zamanları var mıymış onu da bir sor. Kendi için neler yapmış şimdiye kadar ya da yapacakları için bir hayali var mı? Kıskanmayı sevmem de imrenmek güzel şey. Sor bakıyım imrendiği, heyecanlandığı şeyler neler? Hiç sevmiş mi mesela? Bir şey için ne kadar çabalamış? Kendini ne kadar zorlamış? Değmiş mi? Başardığı şeyleri de söylesin bize. Kendiyle gurur duymak güzel histir ama ben bir şey söyliyim mi sana sevdiği bir insanın başarısıyla gurur duymak çok ayrı bir erdemdir, çok ayrı br samimiyet. Hiç yaşamış mı bu duyguyu? Şunu da araya sıkıştırsana samimi ne demek onun için? Hayır bunu bilsin de yanılmasın sonradan. Çünkü bilirim insanlar can yakar. Hele ki samimiyim dediklerinin yaktığı candan öte bir şeydir. Eğer bunu sorduğunda yüzü ekşidiyse gitme üstüne onun zamanı değil daha ama söyle bilsin, zamanla ne samimiyet kalıyor ne de onun açtığı yara.
Yine dağıttık konuyu.Bak aklıma ne geldi.Bu kadar soruyla afallamıştır şimdi o. Bu yazı arkası yarınlardan olsun. Önce güzel güzel şunlara bir cevaplar verelim olmaz mı? Hem bugün 21 Aralık, en uzun gece. Düşünmek için ne güzel bir zamanlama bence. En uzun gecede en uzun yalnızlığı yaşayalım hadi. Bir yandan cevapsız sorular, noktası konmamış cümleler, soru işaretleri dolu bir yazı. Yatak batmasa bari ya da batsın ya.Batsın da uykuya kaçmasın o cevaplar.Hadi bakalım neleri sığdırcaksın cümlelere, yoksa sıkıştığın yerde kalıcak mısın?
Şimdi sen düşün, nasılsa
Gece uzun...
21 Aralık 2013 Cumartesi
17 Aralık 2013 Salı
Mumdan gemilerle ateş denizinden geçmek
Mumdan gemilerle ateş denizinden geçmek... Şu ara odaklandığım cümle bu. Neyi koysam yakışır bu cümleye diye düşünüyorum. Neyi koysam da manadaki ağırlıkta ezilmese?
İçimden gele gele koyabileceğim tek bir kavram var. AŞK... Aşk ki ancak o hakkını verir bu cümleye. Manevi doygunluğu ancak o tamamlar. Ama sanmayın ki gündelik hissiyatın ürününden bahsediyorum. Ortalıkta hırpalanan, yerden yere vurulan, uluorta, kalpten dudağa geçmiş, adına da aynı ismi verdikleri şeyden bahsetmiyorum. Kastettiğimin meskeni ortalık değil yalnızlık, uluorta değil tenha. Benim kastettiğim bilinenin ötesinde bir derya...
Mumdan gemilerle ateş denizinden geçmek diyorum, geçmek diyorum ya geçebilmek diyorum. Kelime başlı başına ağır. Bir de manayı yüklenmiş bir gemi.Yürek diyorum aslında, o ateşte yanan bir yürek. Sahi yürekte bir gemi gibi değil mi? dertlerimizi, keyiflerimizi, neşemizi, acımızı hayata dair ne varsa hepsini sırtlanıp o limandan bu limana götüren o değil mi? Muazzam yaratılmış şu insanda konuşabildiğin tek parçan o değil mi?
Zamanı geldiğinde koşan bir çocuk gibi şen, bazen kasvetinden bunaltan, evhamıyla seni yoran, ama aynı zamanda bir danışman ne biliyim işte aklına ne geliyorsa hepsi o yüreğin işlevi gibi değil mi? aklının alabildiği tüm kötülükleri tut bi elinle diğeriyle de yetişebildiğin tüm sevinçleri, güzellikleri.hepsini yüklediğini düşün şimdi bu yüreğe.Taşır mı? taşır. Hadi koskoca dünyayı sığdır yüreğine desem sığar mı? Sığar. Şimdi bu kadar muazzam bir şeyin sade beşeri duyguların emrinde olabildiğine inanıyor musun sen? Böyle muazzam bir şeyin kapsamının bu kadar dar olabilceğine inanmıyorum ben. Orası öyle bir kürsi ki hissiyatının sınırı yok. Orası ayrı bir maneviyat. Bütün kalbi lezzetlerin olduğu çok ayrı bir maneviyat. Bunu anlamak içinde ilk şart sevmek. Çünkü sevmek hatırlamaktır.Çünkü hatırlayınca güzeldir sevmek.Alemdeki her zerreyi sevebilmek. Dünyanın senden olmayanlarla hoş olduğunu görebilmektir. O'NUN için, rızasının hatrına dünyayı kucaklayabilmektir sevmek. Neyi niye yaptığını unutursan kaybolursun. Bu yüzden önemlidir sevebilmek.
Sevmeyi başarabilirsen yanmayı da başarabilirsin.Çünkü ilk şartıdır sevmek. Yanmak demek sevgiyle yola çıkıp aşkla yolunu şaşırmak demek. Onu anlayabilmek için de ete kemiğe bürünüp mum olmak gerek.Sonra O'nun ateşinde köz olmak gerek.
Sevmek bir çıraysa eğer aşk içinde o çıra en yüksek erdem. Çıra olmadan yanar mı ateş? Bülbülü gülsüz düşünebilir misin sen ya da ateşi pervanesiz? Mevlana'yı yakan da Şems değil miydi sanki, Yunus'u deryaya salan bir tutam "od"?
Varlığa konan bir aşk iksiridir bu. Bilmek lazım bilirken görebilmek. Bildiğinin de gördüğününde farkında olmak gerek.Çünkü bilmek gerek alemin tek bir sahibi var, çünkü görmek gerek doğu da batı da O'nun.Sen nereye dönersen dön yönün hep Allah'a. Çünkü onun kudreti karşısında sadece acizsin.yapabilceğin tek şey yanmak, yanabilmek.Sen bunu başarmaya bak. Çünkü aşığın nesi varsa maşuka feda...
İçimden gele gele koyabileceğim tek bir kavram var. AŞK... Aşk ki ancak o hakkını verir bu cümleye. Manevi doygunluğu ancak o tamamlar. Ama sanmayın ki gündelik hissiyatın ürününden bahsediyorum. Ortalıkta hırpalanan, yerden yere vurulan, uluorta, kalpten dudağa geçmiş, adına da aynı ismi verdikleri şeyden bahsetmiyorum. Kastettiğimin meskeni ortalık değil yalnızlık, uluorta değil tenha. Benim kastettiğim bilinenin ötesinde bir derya...
Mumdan gemilerle ateş denizinden geçmek diyorum, geçmek diyorum ya geçebilmek diyorum. Kelime başlı başına ağır. Bir de manayı yüklenmiş bir gemi.Yürek diyorum aslında, o ateşte yanan bir yürek. Sahi yürekte bir gemi gibi değil mi? dertlerimizi, keyiflerimizi, neşemizi, acımızı hayata dair ne varsa hepsini sırtlanıp o limandan bu limana götüren o değil mi? Muazzam yaratılmış şu insanda konuşabildiğin tek parçan o değil mi?
Zamanı geldiğinde koşan bir çocuk gibi şen, bazen kasvetinden bunaltan, evhamıyla seni yoran, ama aynı zamanda bir danışman ne biliyim işte aklına ne geliyorsa hepsi o yüreğin işlevi gibi değil mi? aklının alabildiği tüm kötülükleri tut bi elinle diğeriyle de yetişebildiğin tüm sevinçleri, güzellikleri.hepsini yüklediğini düşün şimdi bu yüreğe.Taşır mı? taşır. Hadi koskoca dünyayı sığdır yüreğine desem sığar mı? Sığar. Şimdi bu kadar muazzam bir şeyin sade beşeri duyguların emrinde olabildiğine inanıyor musun sen? Böyle muazzam bir şeyin kapsamının bu kadar dar olabilceğine inanmıyorum ben. Orası öyle bir kürsi ki hissiyatının sınırı yok. Orası ayrı bir maneviyat. Bütün kalbi lezzetlerin olduğu çok ayrı bir maneviyat. Bunu anlamak içinde ilk şart sevmek. Çünkü sevmek hatırlamaktır.Çünkü hatırlayınca güzeldir sevmek.Alemdeki her zerreyi sevebilmek. Dünyanın senden olmayanlarla hoş olduğunu görebilmektir. O'NUN için, rızasının hatrına dünyayı kucaklayabilmektir sevmek. Neyi niye yaptığını unutursan kaybolursun. Bu yüzden önemlidir sevebilmek.
Sevmeyi başarabilirsen yanmayı da başarabilirsin.Çünkü ilk şartıdır sevmek. Yanmak demek sevgiyle yola çıkıp aşkla yolunu şaşırmak demek. Onu anlayabilmek için de ete kemiğe bürünüp mum olmak gerek.Sonra O'nun ateşinde köz olmak gerek.
Sevmek bir çıraysa eğer aşk içinde o çıra en yüksek erdem. Çıra olmadan yanar mı ateş? Bülbülü gülsüz düşünebilir misin sen ya da ateşi pervanesiz? Mevlana'yı yakan da Şems değil miydi sanki, Yunus'u deryaya salan bir tutam "od"?
Varlığa konan bir aşk iksiridir bu. Bilmek lazım bilirken görebilmek. Bildiğinin de gördüğününde farkında olmak gerek.Çünkü bilmek gerek alemin tek bir sahibi var, çünkü görmek gerek doğu da batı da O'nun.Sen nereye dönersen dön yönün hep Allah'a. Çünkü onun kudreti karşısında sadece acizsin.yapabilceğin tek şey yanmak, yanabilmek.Sen bunu başarmaya bak. Çünkü aşığın nesi varsa maşuka feda...
10 Aralık 2013 Salı
sizi izliyorum
Bilim kurgu filmlerinde
karşılaştığımız bir sahne vardır.Başrol durur ve dünya hızlıca etrafında
hareket eder.etrafında yaşananlar hızlı çekimler halinde size gösterilir.Bizde
biraz daha duygusaldır hani o sahneler.Kötü haber alınca bir öyle döner dünya
ya da başın döndüğünde filan :) Neyse işte tıpkı onlar gibi bende durdum ve
insanları izledim bugün.sanki orda yokmuşum gibi, onlar bir şeyler yaşıyor ama
ben sadece izleyiciymişim gibi.Siz de düşündünüz mü yahu bu insanların derdi
ne, nereye gidiyor bunca insan diye.Söyleyeyim efendim bunca insan o kadar
kaptırmışlar ki hayatın akışına hepsi farklı amaçlarla farklı yönlerde koşturup
duruyorlar.Anlamak için şehrin en işlek caddelerinden birinin bir köşesinde
sabitçe durup tek bir noktaya bakın.Etrafınızda akan hayatları bu kadar güçlü
ancak o zaman farkedebilirsiniz.Çok çarpıcı oluyor gerçekten.
Bir noktaya bakmayı bırakıp etrafı
izlediğinizde daha keyifli bir hal alıyor.Mesela ben bunları yazarken
yanıbaşımda iki japon öğrenci hararetli hararetli birazcıkta yüksek sesle,araya
da kahkahalarını serpiştirerek bir şeyler konuşuyorlar.Karşımda bir amcanın
gerginliği bana kadar yansıyabiliyor mesela.bacaklarını sallarken yüz
mimikleriyle hiçte sevimli görünmüyor ama derdi var belli.Bir çift karşılıklı
konuşuyor biraz utanarak, biraz tebessümle.kahve kokusuu sinmiş bu yerde
arkadaşlıklarda bir fincan kahve etrafında şekilleniyor.Paylaşımlar,
tartışmalar, anlaşmalar, tanışmalar...
gözlerimi az uzağa diktiğimde ise
Ankara'nın buz gibi rüzgarının yanında keşmekeşliği vuruyor yüzüme.Arabalar
vızır vızır yollarda,kornalar, bağrışlar, yola atlayan yayalar,çocuğunu avutan
anneler, vitrinlere yapışık gezen ablalar,şu soğukta tezgah açmış seyyarlar,
işten çıkmış çalışanlar,formasını giymiş kocaman kocaman seslerle
gülen,şakalaşan öğrenciler, yanlarından geçerken "cık cık"layan
teyzeler,amcalar...
Bütün bunlar olurken, etrafta bu kadar
çok insan kendince amaçlarında koştururken farkettiğim bir şey daha oldu.Siz
insanların hayatlarına dair çok bir şey kestiremeyebilirsiniz ama o an ki ruh
halini çözümlemeniz o kadar kolay ki.Nasıl mı? Yüzlerine dikkatli bakmanız
yeterli.Asık, asabi, neşeli, heyecanlı, şaşkın, hırçın, huysuz,çapkın, aşık,
kıskanç vb. Aklınıza gelebilecek tüm duyguları koyun cebinize, önyargılarınızı
da atın çöpe.sadece insana odaklandığınızda istediğiniz bilgiyi o kadar çabuk
veriyor ki size.Biraz farkındalık sanırım işin özü bu.Çünkü hayat o kadar hızlı
akıyor ki insanlarla iletişime geçememek büyük problem.Yeterince kolay değil
hayatımız, herkesin kendince sebebi var.Bazıları sebep sayamacak kadar hafife
de alabilirsiniz ama karşınızdaki için önemini bilemezsiniz.Size devede kulak
gelen başkası için hayati olabilir.Madem hayatlarımız hiç tanımadığımız insanlarla
birbirine değiyor, izole olmak imkansız,o zaman bunun da bir kolay yolunu
bulmakta fayda var.Şu başlarımızı kaldırıp noluyor yahu diye bakınmakla
başlayabiliriz.Hayatı kolaylaştırmanın tarifi gibi düşünün; bir tutam
farkındalık, bir kaşık anlayış,hoşgörü,sevgi..artık ne varsa kesenizde koyun
işte önünüze.
ben bu cümlelerimi yazarken
kulağımda bir melodi, sanki yazıma gülümser gibi; "kapıldım gidiyorum
bahtımın rüzgarına..." Hala olmadıysa hadi geçin şehrin kalabalık bir
noktasına sabitçe durun gizlice izleyin onları.Ben anlatamasam bile o telaşlı
hava size ne demek istediğimi anlatacaktır.
Ben şimdi ne mi yapıyorum? aldım
çayımı şehrin bir köşesinde "yine" sizi izliyorum:)
Etiketler:
farkındalık,
hayat,
izliyorum,
kahve,
keşmekeş,
sizi izliyorum,
stres,
yaşam
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)