15 Ekim 2018 Pazartesi

Değerlerini Diğerlerinen Ayırabilecek Misin Testi


Bütün ihtimalleri tek bir kişi üzerinden yürüttün mü hiç? 
Anlamlandıracağın onca şeyi onsuz düşünebildin mi? 
Yahut anlamlı geldi mi bütün konulardan O’nu çektiğinde?
Yapılacaklar listeni hazırlarken zihnin çoklu planlar mı yaptı?
Aklın her şeyi görse de kalbinin “banane” nidalarını bastırabildin mi hiç?

Bazen vücudun beyninden bağımsız çalışır.Yazmam der yazarsın, yapmam der yaparsın. Asla söylemeyeceğin şeyler çıkıverir ağzından: 
--“Yok yaa hayatta yazmam” 
(5 saniye sonra telefon koltuğa fırlatılmış eller yüzünde)
-- “yaa ben naptım”
Kaç kere yaşadın acaba bu sahneyi? 
;)
Pekii kaç kere “asla yapmaz”, ya da dur dur şu olsun: “ mutlaka bir sebebi vardır” diye kendince mantıklı açıklamalar buldun bir başkası yerine?
Öğrenemedin değil mi, asla yapmaz dediklerin tam da o aslayı yaptı şimdiye kadar. 
Ki belki ummmrunda bile değildi. Sen kendince sebepler ararken Um run da de ğil di ya! 
Sen debelenirken acabalar arasında,  kıçını devirmiş fosur fosur uyuyordu belki. 
Umrunda değil dedim ya umm ruun da dee ğiiill! Aklına bile gelmiyordun sen özünü tüketirken. 

Peki bir şey daha: Hangisine alışmak zor geldi sana? 
Kabullenmek mi vazgeçmek mi?
Sahi alışmak mı zor sevmek mi?
Noldu, yasaklı şarkıların var hala değil mi? Bir “alo”ya gençliğini solduracaktın hani nooooldu;)

Sana ihtiyacı olmadığını anladığın an, sen küstün kendi hayatına. Her derdine koştun, Ne zaman istedi ulaştı sana, e insanlık da ölmedi, kim olsa aynı şeyi yapardı sonuçta(yersen)
Şimdi de sen düşerken yükseklerden uçurumlara, kimse tutmayacak elinden kusura bakma. 

Hadi yine taş kafalı insanların yükünü o pambıh yüreğine yükle. 
Söyle söyle çekinme. Söyleyemediğin şeyleri boğazına dizdikten sonra birden yutmaya çalışıyorsun. Nasılsa yutamayacaksın bari bize söyle. İçine ata ata ne hale geldin, çatlayacaksın be adam!

Ya gözünü seviyim yorulmuyor musun? Defalarca inanıp defalarca tam da inandığın yerden kırılmaya nasıl dayanıyorsun? 
Anla be güzel kardeşim, anla artık ya.

Bu dünya iyi niyeti sömüren canavarlar yüzünden kirlendi.
Aliye Rona, Erol Taş tiplemeleri sardı dünyayı.
Samimiyetsiz, planlı, risk hesaplayan.
Hayatı hiç yaşayamaz ki onlar, rengini bilmez. Hiç koklamamıştır toprağın kokusu ne, bilmez.
Bahar ne? Yaz neyle başlar, güz neyle biter fikri olmaz.
Ama bir mevsimi bilirler ki çoğu yüreğe şu sıralar kışı getiren onlardır. 
Dudağının bir ucu kıvrılmış, tek kaşı havada “kandıııırdıııımm” diye içinden kıhkıhkıh gülenler, vakti geldiğinde hangi emojiyle ağlayacaklar merakla bekliyorum. Zira fazlasıyla sanal ve sahte olmaya başladılar. 
Mevsimi mi geldi bilmiyorum ama Âhlar döne döne göklere yükseliyor görüyorum. Ha bak oradan kimse sekecek onu merakla bekliyorum.

Tamam sen de sulandırma gözlerini.
Şu yüzündeki sezercik ifadesini de değiştir.
Sen de böylesin n'apalım.
Şimdi geç aynanın karşısına bak kendine. 
Denizlerde bile birbirinin aynı kum yok sen daha biricikliğini kimin gözünde arıyorsun?
Unutma bu dünya da neye üzülüp neye sevineceğini seçme şansın yok. 
Ama kime üzülüp sevineceksin bunu seçmek senin elinde. 
Kendince “değer sistemini” oluştur. 
Papatya falı gibi çek kopart gerekirse
Değer,
değmez, 
değer, 
ıı ııh değmeez...

Bize hep başkaları tarafından sevilmemiz gerektiği öğretildi. Yanlışın neresinden dönersen kâr.
Şimdi dur, tam olduğun yerde.
Süz etrafındakleri. 
Kaç hayatın içindesin ve o hayatın neresindesin?
Kaçı değer? Düşün, tart ve yaz bana. 

Bakalım değerlerini diğerlerinden ayırabilecek misin😉

13 Ekim 2018 Cumartesi

Canım Ankara



           Hayallere tutunup bir yola çıktığınızda ne olursa olsun, kim ne derse desin o yoldan dönmezsiniz. Aklınızı çelmek için yapılan zekice hamlelere karşı koyabilecek gücü ancak öyle bulursunuz. Hayallere tutunduğunuzda tıpkı bir çocuğun salıncaktaki göklere ulaşma hevesi gibi ağzınız kulaklarınızda yükselir durursunuz. İşte benim Ankara yolculuğum böyle bir hayalin peşinden koşarken başladı. 
   
             Okumak istediğim şehri seçmek için önümde onlarca il vardı. Ama ben bir söz vermiştim. Herkes benden seçim yapmamı beklerken tercihim belliydi. Yıllar önce(11.sınıfta) o şehre gezi amaçlı girdiğimde "Bekle beni, 2 yıl sonra ev sahibi olarak geleceğim." demişim. Bir meydan okumaydı belki ama ağzımdan çıkıvermiş işte. Aradan 2 yıl geçtikten sonra bir yol ayrımında aklıma düştü verdiğim söz. Vakti geldiğinde de sözümde durup, “ben sağdan devam edeyim” dedim. Kendimi hayallerimin şehrinde, ev sahibi olarak buldum. E bir yerde üç günden fazla kalırsan misafir olmazmışsın. Kaldığım beş yılı sayarsam misafirlik faslını çoktan geçmişim. 

           Ne ara geçiyor bunca zaman, bilmiyorum. Ankara'da geçen zamanlarımı şimdiden özlüyorum. Hayallerimin şehri olduğundan mı yoksa çocukluğumun, burada birbirlerine can emanet eden bir neslin hikayeleriyle büyüdüğümden mi bilmem ben bu şehri gerçekten çok seviyorum. Hani bazı çocuklar olur ya gelip sana şirinlik yapmaz, sevmez, durup dururken gülmez ama aslında çok akıllıdır. Güldürdüğünde sıcacık, sevdiğinde sana bağlanan çocuklar. Hah! Ankara'da işte öyle benim gözümde. Bazı şehirlerin bir açısından bakınca aşık olursunuz, bazılarına her açıdan. Bazıları dalgalarıyla sever sizi bazıları yeşiliyle. Bazıları tarih kokar bazıları konuşmasındaki tınısıyla sarmalar. Ankara'da ise bariz sebepler bulamazsınız. Bazen hepsidir bazen hiçbiri. Bir dalganın vereceği mutluluğu Kuğulu Park'ta dinlenirken bulabilirsiniz. Bazen de koca şehirde eli boş dönersiniz mahzun mahzun. Ne zaman ne yapacağı, size ne yaşatacağı bilinmeyen bu şehir sır olur durur önünüzde. Keşfetmen gerekir. Çünkü keşfettikçe seversin. Hayatına yeni hayatlar değer ve sen bu şehri hele ki dostların varsa çok seversin! Sevdikçe benimsersin. Biri çıkıp “ya bu şehir çok gri, sevmiyorum” dediğinde ,sen hiç yaşamadın ki, diye gülerek tebessüm edersin.

Gerçekten öyle. Ancak sislerin ardındaki renkleri görenler sevebilir bu şehri.
Bugün 13 Ekim.
Ankara başkent olalı 96 yıl olmuş.
Bağrında yatırdığı yiğitleri düşününce, tarih sahnelerini düşleyince; içten bir teşekkür etmenin tam vakti.
Daha nice yıllar vefalı bir dost gibi kazın aklımıza.
Devletin daim olsun Ankara.
Seymenlerin hiç eksilmesin
Şarkıların hep neşelendirsin.
Ayazın üşütse de muazzam bir baharın var ona sığınırız.
Bırak insanlar seni gri bilsin
Biz ardındaki renkleri görüyoruz Ankara!






7 Ekim 2018 Pazar

Ben Buradan Ayrılamam


Önünden vızır vızır trafik akan bir caddedeki otobüs durağındayım.
Radyoda sıradaki şarkı şuna gelsin oyunu oynadım.
Çukur’da çalan şarkı. Televizyondan aşinaydım melodisine ama baştan sona ilk kez dinledim.
Ne diyordu dur:
“Ben buradan ayrılamam, şaşmadan pusulam(...) "♬

Önümden arabalar geçiyordu. Telaşlı insanlar, onlardan daha telaşlı arabalar. 
Dolmuşların manevraları, gelmeyen otobüsler.
Durakta bekleyen biz ve bir yerlere giden onlarca insan.

" yine o bilindik nakarat, ben buradan ayrılamam(...)"

Düşündüm de sahi “buradan ayrılamam” dediğiniz kaç nokta var hayatınızda?
Somut olmasına gerek yok. Elle tutulan değil de yüreğe dokunan kısımları irdeleyelim,gelin. İçinde olmaktan mutlu olduğunuz anları, hayatları hatırlayalım. Ayrılamadığınız zamanları.  
Seçtiğiniz şarkılar da olur. Okuduğunuz kitaplar da. Tamam filmler de olur kabul. 
Amaç şu: Kendini iyi hissettiğin noktaları belirle. 
Polisiye filmlerinde olur ya, bütün noktalar belirlenir. Kırmızı iple noktalar arasında bağlantı kurulur. 
Öyle bir harita istiyorum, kavram ağı gibi😉

Hepsi bir araya gelsin ve seni bulacağımız noktaları göstersin. 
Sen neredesin? 
Nereye saklandın? 
Kaybolsan nerelerde buluruz seni? 

Belki aleni olmamalı ama insanlar o kırmızı iplerle bağlı olduğu noktaları belirlemeli.
Herkesin bilmesine gerek yok. Popüler bir gizem havası da lüzumsuz bir detay. Önemli olan ayrılamadığın yerleri belirlemek. Nerede durduğun önemli.
Kendi noktalarını keşfet. Dönem dönem karar vermen gerektiğinde arafta kaybolma.
Bocalama şu hayatı yaşarken. 
Çünkü çağın vebası arada kalmışlık bir sıtma krizi gibi hepimizi sarıyor. Ne oralı ne buralı.
Kalıplara büründüğümüzden beri sentez yapma yetimizi de kaybettik. 
Kararsız, fikirsiz, şuursuz.
Aynı hayatları aynı karakterlerle yaşadık. 
Değişen bir maskeydi belki, siz “bir tanıdık” diye bildiniz. 
Ya da sevdik de katlandık inan her.. (!)🎶

İnsan dediğin başta bir gölge oyunu. Işığı sonradan yanıyor, tanıdıkça. 
Ama herkesin o kadar büyük telaşları, dünya yüküyle öyle önemli işleri var ki ışığın düğmesine basmaya vakitleri yok. Senin ışığını fark etmelerini beklemek menekşe kokusunda seni aramak gibi.
Hal böyle olunca da zamanın ruhunda kendi ruhunu kaybedenler oluyor. Nerede ineceğini bilmeyen yolcular gibi sürekli başını eğip yola bakıyor, endişeli. Tanıdık bir yer görse inecek de orası neresi henüz bilmiyor. Herkes her yere gidiyor. Her yan her yanda! 
Panik butonuna basmış gibi olmayayım ama insan bir an önce kendini tanımalı. Ayrılamayacağı yerleri belirlemeli. Bizde maalesef sürü yön değiştirmiş ve şapşal keçi öne geçmiş. Öyle bir sürükleniş. O dalgaya kapılmadan kırmızı iplerinizi alın elinize haydi :)

 --------------------------------------------------------------------
Neyse bunları yazarken baya bir süre geçti. Çok bekleyince beklediğin insanlarla da mekansal bir yakınlık kuruyorsun.
 Kahverengi el örgüsü şallarını bürünen teyzelerde göründü karşıdan. Oohh bende mahallenin muhtarları müziği çalmaya başladı bile. 
Birazdan üç bölümlük gelin/damat karşılaştırması hikayesi çıkacak, bekleyin. 


Aaaa buldum! 
Sizi izliyorum derken kendi ayrılamadığım noktalardan birini daha buldum!
Sahi şu kırmızı ip neredeydi?