28 Mayıs 2015 Perşembe

Bir Dilek Hakkınız Olsa Ne Dilerdiniz?

        
            Bir dilek hakkınız olsa ne dilerdiniz? Üç dileğin var diyelim neler yapardın?


        Hepimiz aşinayız bu sorulara. Masallardan, çocukken anlatılan hikayelerden, Keloğlan'dan, Alaaddin'in o meşhur sihirli lambasından biliyoruz. Büyüdük, hala bu soru sorulduğunda masalsı bir etki bırakır bizde. Hatta gözlerimizi kısıp, başımızı da hafifçe yana yatırıp cevaplamaya çalışırız. Üç dilek hakkımız olsaydı diye iştahla başlarız söylemeye. İlk ikisi kolay söylenir. Ama son hakkın, hakkını verecek olan şey zor seçilir. En çok neyi isterdik, oraya en çok ne yakışır, daha gerçekçi olursak ne dilersek o hak boşa gitmez diye bir düşünürüz. Bir seçemeyiz, kıvranırız ama illa ki en çok ağır basanı dillendiririz. Bir de gerçekten olsa diye de hevesleniriz. Tutamayız kendimizi dileklerimiz olsa neler olur diye bir dizi hayal de kurarız peşinden. Efendim biz de tutamadık kendimizi sorduk bir dilek hakkınız olsaydı ne dilerdiniz diye. Çok renkli de cevaplar aldık aslında. Bazıları " yahu o nereden aklına geldi" dedirtti, bazıları da kocaman bir tebessüm ettirdi. . Kariyerin peşine çoluk çocuğu takan da oldu bir tatlı huzur almaya gelen de. Kalabalıktan kaçmak isteyen de vardı yalnızlıktan kurtulmak dileyen de. Kimilerinin bir akıl okuyası varmış onu istedi kimileri de başkalarının hakkındaki düşüncelerini değiştirmeyi bekledi. Dünya turuna bir bilet, Fener maçlarına kombine, sınırsız makyaj ürünü, yaşlanmamak, son model araba, dolu dizgin aşk, burnum küçülsün gözüm büyüsün ( o nasıl oluyorsa) ,yürüyen(!) uçak, seçimde dilediğim parti kazansın, finaller AA ile dolsun mezuniyet yakın olsun... vs.  Hayal perdesi kornişe takılmaz, hal böyle olunca da gelen cevaplar sınır tanımadı. Bazıları ütopik yaklaşsa da onların dilekleri de inanın çok keyifliydi. Ama bir tanesi tam da bizim istediğimiz noktaya parmak bastı. Sorduk ona ne dilerdin diye. "Deli gibi sağlık" dedi. 
         DE Lİ Gİ Bİ SAĞ LIK...  

         Hayat telaşını isteklerimizle o kadar çok süslüyoruz ki ona asıl lazım olan şeyi hep göz ardı ediyoruz. Sağlıksız gerçekleşebilecek bir dileği kurgulayamadık biz. Hep bir yanı eksik kaldı. Hadi azıcık oldu gibi desek arkamızı döndüğümüzle yıkılıverdi. Boşuna dememiş şair "en önce ve illa ki sağlık olsun" diye. Hakkı var, sağlık olmadan olmuyor hiçbir şey. Şimdi nereden geldik buraya derseniz aşağıda sizinle de paylaşacağımız video bugün bu yazıyı yazdırdı. Bir izleyelim sonra devam ederiz olmaz mı...





Sağlığın değerini kaybedinceye kadar anlayamıyoruz. Büyük düşününce, hayat içinde durum böyle. Zaman geçiyor ama nasıl? Kiminle geçiyor hayatınız? Sevgiyle mi nefretle mi besleniyorsunuz? Yeterince hissettiriyor musunuz sevginizi? Mutlu olmak o kadar uzakta mı ki? 
 Sahip olduklarınızla mutlu olabilmek o kadar uzak değil sanki hı ne dersiniz? Hayallerimiz elbette çok güzel. Seni var edecek kadar güçlü. Ama fark etmen lazım. Çok geç olmadan hemen harekete geçmen lazım. O dilek hakkınız da dua olup çıkıyor önümüze hem de her an. Sadece o anı kaçırmamak lazım. Sevdiğini söylemek lazım, hayaller için kulaç atman lazım. Bekleyeyim de o beni bulur yerine mutluluğu, huzuru araman lazım. İyi günler sana gelmez senin ona gitmen lazım. Hazır sağlığınız yerindeyken, gücünüz kuvvetiniz, ağız tadınız varken, hemen şimdi bir şeylerden başlamak lazım. Hadi hemen şimdi bir şeyler yapalım. Sağlığı en güzel besleyecek şeyi bulalım.
Tıpkı onlar gibi yanı başınızdakilere sarılarak kocaman sevgi halkaları oluşturalım.
Buradan başlamaya ne dersiniz?





27 Mayıs 2015 Çarşamba

Mikrofon Sende

          Gün geçmiyor ki insan içinden bir insan, onun içinden bir insan, onun için bir başka insan, insan, insan ...... ve insan çıkmasın. Matruşka gibiyiz vesselam. Açtıkça her birinin altından bambaşka bir ben daha çıkıyor. Biri sen gibiyken diğeri yedi kat yabancı gibi davranıyor. Hayatta yapmam dediğin şeyi arkadan gelen senler yapabiliyor. Ama bütün bu senlerle de yaşanıp gidiliyor. Peki asıl olan hangisi? Gerçekte yaşayan, hayatına söz geçirdiğin hangi sen? 

         Bir düşün bakalım. İnsanlarla birlikteyken devreye hangi sen giriyor? Yaşamak istediğin hayatla gerçekteki birbirine uyuyor mu? Yoksa doku uyuşmazlığından can mı çekişiyorsun sessizce? Hangi sen sana yakın? Gülerken içinden "nesi komik" diye söyleniyor musun? Yapmak istemediğin bir şeyi "aman ne kadar da hoş" diye numaradan mı yapıyorsun? Bazı şeylerin gizli kalması gerekirken sen elalemin gözüne mi sokuyorsun? "Amaan ne iyi" diyorken aslında kötü sloganlar mı arıyorsun? Yahu karar ver, kötülük çiçeklerini mi suluyorsun yoksa gerçekten sevgi tohumları mı ekiyorsun? Böyle gelişine değil de her şeyini hesaplı mı yaşıyorsun? Yorulmuyor musun? Hesap kitap yaparken kaçırdığın hayatından hiç mi pişmanlık duymuyorsun? Gündüz yaptığından gece utanıyor musun? İçinden başka,  dışından başka mı söylüyorsun? Mesela sırf seni mutlu ediyor diye dinlediğin bir şarkı, izlediğin bir film var mı? Başkaları beğeniyor diye beğenmek zorunda olmadığın neler var haydi anlat bize. Hem şu an dur bir bak etrafına, insanlarına. Olduğun yerden  memnun musun? Kendin olabilmek için yalnız kalmayı mı bekliyorsun? Sırf yeni baştan ümidiyle yeni grupları mı arzular oldun? En son ne yaptın kendin için? Kendinle ilgili bir şeyler anlat bize, haydi! 
         Ya da dur, vazgeçtim bizi boşver, önce sen bir sır ver kendine. 
      Kendinle ilgili senin bile sakladığın sırrını ver. Ver ki idrak etsin zihnin, artık zaman geçiyor. Üç günlük dünyada o ne dedi, bu ne yaptı diyeee diye didiklediniz ömrünüzü. Geriye dönüp baktığınızda boş bir gürültü bırakmak yerine, bırakın kendi besteniz dönsün gönül plağınızda. Yeter onun bunun şarkılarını dilinize doladığınız. Hem bakın ne güzel demiş şair " ben artık şarkı dinlemek değil, söylemek istiyorum" diye. Mikrofon başına geçmenin zamanı gelmedi mi sizce de? Haydi kendinize güzel bir şarkı seçin de gönlünüzce söyleyin onu. İster yalnız ister sevdiklerinizle ama illa ki gönlünüzce!
 "Ay ben gülerim" diyenler --> Gözü kapalı, elinde tarakla şarkı söylemek bizim köklü geleneklerimizdendir, hani hatırlatmış gibi olmasın da sen bence bir içindeki sesi dinle:)

NOT: 90'ların karışık kasetleri vardı. Her telden şarkı vardı onların içinde. Seçtiğin şarkıyı paylaş bizimle, bir karışık kaset de birlikte hazırlayalım, ne dersin? 


      

14 Mayıs 2015 Perşembe

Sahi ne çok öldük yaşamak için

       Tam 1 yıl oldu. Toprakta hala feryadın dumanı tütüyor. Sahi ne çok öldük yaşamak için... Ama en çok bir yıl önce tam da bugün yandı canımız. Katmerli acıların sızısı durdu yüreğimizde. Yiten 301 can... Dile kolay gibi ama değil. Hiç değil! Söylerken bile nefes boğazımızda düğümleniyor. Bir gecede büyüyen evlatları, ölmeden mezara giren anaları, mezarına bile zar zor konulan, o yiten canları düşündükçe çok zor geliyor. Ardından ne çok iz bıraktı kömür karası. 
         Popüler matemlerden değil baya köz olmuş yüreklerden bahsediyorum. Giden, her canlı gibi... Peki ya geride kalanlar? Yerin altındaki o kara cehennemden çıkanlar, ardından yakılan ağıtlar, edilen dualar, geride bırakılan arkadaşlar... 


                   Peki ne öğretti bize SOMA? Söyleyelim efendim. Soma'da gidenler ölümle yaktı canımızı ama kalanlar vicdanımızı ezdi. Büyük egolarımızı, asi tavırlarımızı, vefasız hallerimizi, pervasız sözlerimizi ezdi geçti. "Abi Mahmut çıkmadı, beni bırakın onu alın. Onun karısı hamile" diyen işçiyi duyduğumuzda, kömür torbası babası kokuyor diye kucağından ayırmayan çocuğu gördüğümüzde, karnelerini babalarının mezarına usulca bırak çocukları gördüğümüzde bizim vicdanımız hiç oldu. Ama en çok, en çok sedye kirlenmesin diye ayakkabısını çıkarmaya çalışan abiyi görünce yerin dibine biz girelim istedik. İnsan hayatını değersiz kılan bütün kuraldan, kaideden iğrendik. Bu devranı böyle yürütenlerden tiksindik. Para, hırs, şan, şöhret, mevki, koltuk sevdalılarına perde eylediğimiz canları böylesine apaçık görünce kızdık kendimize. İnsanlığımızın adı varmış dedik. Olmaz olsaydı dedik. Bütün bu göstermelik tavırlarımız olacağına olmaz olsaydı! Onlar olmaz olsaydı da Mahmut Abi yaşasaydı. Soma yetim kalmasaydı. Acılar ardı ardına sıralanmasaydı.                       Anlayacağınız Soma bize hayatın gerçeğini öğretti. Bütün bu toz pembe dünyalarımızın arasında ölümü gösterdi. İhmali öğretti, sonuçlarını öğretti. Acıyı iliklerimize kadar hissetmeyi, bütün bunlara birlikte göğüs germeyi ama acının karşısında yine de yetmemeyi öğretti. 
               Tam 1 yıl geçti üstünden. Toprakta hala feryadın dumanı tütüyor. 
               Sahi ne çok öldük yaşamak için... 

8 Mayıs 2015 Cuma

Ben Ağabeyim Bende Kalacak

Çocukluğu robotik temalarla değil de eski Türk filmleriyle geçenler bir yanaşsın yamacıma. Çünkü onlar bilir, o dönemin filmleri efsanedir. Zamanın tozu ne kadar üstlerine sinse de asla etkisini yitirmez, izlenilmezlik edilmez. Replikleri dilden dilden yayılır, aile içinde espri olur dağılır. Bazı filmleri sadece tek bir repliği için izlersiniz. Bazılarını ise ezberden sıralamaya başlarsınız bile. İşte bunu yapabilme gücüne hayransanız ve çoktan efsane sözler hatrınıza gelmeye başladıysa evet yanaşın yamacıma.  Çünkü geçmişin repliklerini anacağız. Ucundan kıyısından yakalayanlar, azıcık da olsa aşina olanlar da buyursun. 


1)kekliğimiiii vurdulaaar, ganağğğdınııı kırdıılaaar 



2) yuuuh! İnsan aşık olur mu bee:)


 3) dinlerken tebessüm edeceksiniz..




4) o muhteşem ikili:)


     Ve daha sayamayacağımız pek çok sahne. "metiiiiiiin" seslenmesi, petrol çıkarırken yana döne aranan leğenler, sevdiği kızı abisi vermeyince çatıda büyüyen bir aşk hikayesi, dostluğun simgesi, adada neşeyle yapılan yüzen ev, orada söylenen şen şarkılar... Dünya halini bilmeyiz pek ne düşünür ne yapar ilgilenmeyiz. Çocukluğumuz gülen taraflarından biriydi Zeki Alasya.  Hafızalara kazınmış pek çok sahne canlanır şimdi gözümde.Ama benim için özel olan tek bir sahne var: 
      BEN AĞABEYİM BENDE KALACAAK!! 
      

5 Mayıs 2015 Salı

Çok isterseniz olur bence

  J



    Efendiiiiimm malumunuz bu gece Hıdırellez gecesi. İnanışta olmasa da gelenekte özel bir seremonisi var bu gecenin. Kimilerince taşa toprağa yazılır istenilenler, kimilerince bir kağıda yazılıp dala asılır. Deniz kenarında olanlar romantik bir seremoni yapar, kuma yazar dalgaların eşiğinde. Bizim gibi karasal iklimin çocukları da gül ağacı arar yana döne. Herhangi bir ağaç olur mu derseniiiiz inanın bilmiyorum. Gelenekte gül ağacı diyor. İcat çıkarmayın
     Peki bu Hıdırellez ne ola ki diye merak edenleriniz vardır. Açıklayalım efendim. "Hızır" ve "İlyas" kelimelerinin halk arasındaki telaffuzundan aldığı bilinen Hıdırellez, Türk dünyasının mevsimlik bayramı olarak "kış mevsiminin bitip, sıcak yaz günlerinin başladığını" müjdeleyen bir gündür. Doğanın canlanmasının habercisi olarak görülen bu günde, Hızır ve İlyas'ın her türlü dileği yerine getireceği inanışı yaygın olarak kabul görüyor. Yöreye göre çeşitli ritüeller gerçekleştiriliyor. İnsanlar gönüllerindekini dillendiriyor. Bir nevi dua şöleni aslında. Elleri semaya açıp yapmak ne hoş ama bu da yüzyıllardır süregelmiş bir gelenek işte. “Aman ne saçma” diyeniniz olabilir. “Nesi saçma canım bence çok önemli” diyeniniz de. Sizin fikriniz nedir bilemem ama doğa ve insan sevgisiyle öne çıkmış bu insanların üzerinden gerçekleştirilen günde birbirinizi yargılamayın. Bırakın inanan dilediğince, inanmayan da kendince bulsun dermanını. Yeter ki gönüller bir olsun, o bize yeter..
    Şimdiiiii ne dilersiniiiz, ne yazar ne çizersiniz bilemeyeceğim ama gönlünüzden geçen her güzel şey “şıp” diye olsun. Sade bugün değil her gününüz dua olup ömrünüze dahil olsun. Herkesin hakkında her şey hayırlı olsun.  “Ama önce ve illa ki sağlık olsun”…


NOT: Çok isterseniz olur bence