25 Mayıs 2014 Pazar

Cam kırıkları

                    Ne hissettiğini bilmek önemliymiş. Yaşadığın duyguyu anlamlandırmadığında yanıyormuş canın.sevdiğin halde sevmiyor gibi yaparken, kıskançlıktan için ezilirken umrunda değilmiş gibi yapınca üzülüyormuşsun. Yok, olmuyormuş öyle tavırsızlık, en önemli şeymiş tavrını belli etmek.Var olduğunu bal gibi bildiğini şeyi yokmuş gibi yapmak ancak eziyet oluyormuş yüreğe. Şarkıların arkasına gizlenerek yaşadığın duygular aslında gerçeğin vücut bulmuş haliymiş. Seni olmayanlar değil yanı başındakiler yakıyormuş hep. Üzülmek bir yana canın yanınca kötü oluyormuş. Söyleyememek diye bir ağırlık var ki kalbe mühür, işte o ne ağır bir yükmüş. Ne ağır bir vebalmiş kendine. Nasıl bir acıymış aslında, nasıl bir yürek daralması.. Kaldıramayacağım yükler yüklüyorum kalbime ve sen bunlardan habersiz sadece dururken ben, izlerken yoruluyorum. Bu kalp kaldıramıyor artık olanı. Tahammül sınırım çoktan aştı belki de, bilmiyorum. Ama ben artık dayanamıyorum!!

              Yakınlarda işittiğim bir feryattı bu. Sessiz çığlıklarla, fısıltı halinde kopan koca bir feryat! Gözyaşlarının ardından dünyaya bakan bir çift yüreğe ait. Sel götürmüş her yeri, herkes can derdinde gibi ama onların düşündüğü her zamanki gibi sadece diğerleri. Farkında mısınız bilmiyorum ama diğerlerini düşünürken kendini ötekileştiren ne çok insan görünür oldu. Onlarla dertleşelim mi biraz ne dersiniz? Belki okurken sen de onlardansındır belki de ben de. Bazen sen de, bazen ben de. Bazen de ikimiz bir, aynı yerde. Ucundan kıyısından değiyorsa şu söyleyeceklerimiz hadi bırakın işi gücü, gelin birlikte sohbet edelim. Yargısız infazsız. Tartışmadan, ayıplamadan. Gönlümüzden ne geçiyorsa birlikte söyleyelim. Bilirim, zordur insanın kendini anlatmak zorunda olması. Yanlış anlaşılmayayım diye ordan burdan kırpa kırpa ağzından çıkanı birkaç cümleyle sınırlandırmanın ne zor olduğunu bilirim. Bilirim insanları anlamak zor, derdini anlatmaksa zorun zoru. İnsanlar anlayışsız, insanlar yargılar, insanlar ayıplar, insanlar dinlemez. Dinlemez? Yahu bir insan bir insanı niye dinlemez, dinleyemez? Bu kadar mı tahammülsüzüz, bu kadar gönülsüz? Yüreğini açması zordur kişinin. Öyle herkese açılmaz o perde. Senin karşında kıpırdanıyorsa bile şanslısın demektir. Bir dur bir farkına var. Bir insanın bir şeyler paylaşması için seni seçmesi ne hoştur. Bil şunun kıymetini ya. Zamanı geldiğinde konuşacak insan arama işte. Maskeli balo gibi hayat. Kimin nerden ne diyeceğini, kimin aslında kim çıkacağını bilemezken seninle gönül paylaşımı yapmış insanı tut, bırakma. Zorlanmasın bir şey söylerken, acabalara düşmesin, boğulmasın ikilemlerde. Tutunun işte birbirinize, kıymetini bilin azcık. Farkında olun etrafınızdaki şansların. Çünkü biliyorum çok zor yarı yoldan dönmek, o kadar zamanın boş olduğunu görmek. Dönüp tek kelime ettiğinde arkasındaki manayı bulup anlayacak adam yok artık. Yok artık senin ne demek istediğini anlayan, kırılır mı diye düşünen yok. Herkes birbirine plastik gibi davranıyor. Kırılmaz kalpten oluştuk zannediyorlar. Her yer cam kırıklarıyla dolu bilmiyorlar. Kan revan olmuş yüreklerde ayıp olmasın diye gülümseyen adam çok. Yok artık gönlünden geçtiği gibi davranan. Hadi davransa bile bunun bir samimiyet olduğunu bilen yok. Herkes herkesi kırar üzer, ama üzüldüğünde niye diye düşünen yok. İyi olduğun sürece her şey güzel ama senin kötü olmaya hakkın yok. Ben kırıldığımı görmeyenlerin arasında kendi camlarıma batıp kanayanlardanım, Belki. Sen plastik kokan ruhların arasında yaşayıp gidiyorsun, Belki. Biz karşılaşsak ne yapacağız peki? 
                 Düşünmek lazım düşünmek. Karşımızdaki ne hissediyor görmek lazım. Empati yapmak lazım. Yüklendiğimiz insanlara bir durup bakmak lazım. Samimiyetine inandığınız insanları kırmayın derim ben. Sizin için her şeyi yapabilecek güçteki insanları üzmeyin. İnandığınız insanları bırakmayın yarı yolda. Sevdiklerinizi harcamayın anlık zaferleriniz için. Gururunuz da kibriniz de boğmayın kendinizi. Hatır gönül neydi bir hatırlayın. Boşu boşuna üzmeyin insanları. Yastığa kafayı koyduğunda yorganı başına kadar çekip ağlatmayın onu bunu. Yapmayın işte, hatırnaz olun azıcık. Bir şey kaybetmezsiniz inanın. Sevin birbirinizi ya insanlarınızı sevin. Ölürken değil yaşarken yapın bütün bunları. Zaman geçtiğinde yalnızlık suratınıza çarptığında düşünürsünüz hata nerde diye. Daha çok erkenken düzeltin bütün hatalarınızı. Ben bir şey yapmadım deyip çekilmeyin kenara. Banane demek kolay. Karşınızda çelikten gördüğünüz yürek acıdan erimiş gitmiştir bile farkedemezsiniz. O yüzden hissedin onları. Çünkü farkındalık çok önemli. Zaman böyle hızlı akarken bir durun bir düşünün kimle ne derdim var diye. İçinizden geliyorsa düzeltmeye bakın. Sahte gülüşlere aldanmamak için size kızan samimi insanlarınıza sahip çıkın. Çünkü bir tel kopar ahenk bozulur. Ahenk bozulursa da bütün düzen altüst olur.
                   Hayatınızın akorduyla oynamayın derim ben. Nağmeli hayatlar neşelidir. Keyifle yaşamak varken, şöylee ağız tadıyla, gönlünüze layık...Teneke çaldırmayın ardınızdan. Çok biliyorsun diyebilirsiniz bana, sen ne yapıyorsun diye sorabilirsiniz şimdi. Ben ne mi yapıyorum? Müzeyyen Senar nağmeleri gibiyim bugün. Biraz huzurlu, birazcıkta keskin. Ama içime işleyen bir tavırla size yazıyorum işte, hayatın melodisini şarkılarda yakalamaya çalışıyorum. İnce belli bardakta, Ankara'nın bahar rüzgarında keyif yapıyorum aslında. Ben çayı koyuyorum hadi, sizde çalan şarkıya kulak verin, kalkın gelin. Aman ha söylemeyi unutuyordum!
              Kapıdan girerken cam kırıklarına dikkat edin..

6 Mayıs 2014 Salı

BİR İÇ SES MASALI

                 "Bir varMIŞ, bir yokMUŞ. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken; ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Diyarlardan bir diyar, şehirlerden efsanevi bir şehir varMIŞ. Bu şehirde kötü kalpli padişahın altın saçlı bir kızı yaşarMIŞ. Diğer yanda anasının biricik oğlu Keloğlan varMIŞ. Karga ile tilki bir yanda didişirken kurtla kuzunun hikayesi de bambaşka diyarlarda anlatılırMIŞ..."
                 Çocukluğumuza dair hatırladığımız en güzel şeylerden biridir masallar. Her birimiz bir şekilde bu masalları birilerinden dinlemişizdir. Minnacık yüreğimizde büyüttüğümüz kahramanlarımız olmuştur hepimizin. Kırmızı başlıklı kızın hikayesinde kurdun taklidini yapmışızdır mesela, ağzımızı kocaman harflerle doldurup "seni daha iyi görebilmeek içiiiin" diye yaşamışızdır o anı. Keloğlan'ın maceralarını hep keyifle dinlemişizdir. Aykız'a olan sevdasını, anacığını yakından tanırız hatta, padişaha kafa tuttuğu o anlar çocuksu cesaretimizde muhteşem bir şey gibi gelir bize. Karga ile tilki, ateş böceği ile karınca, devlerin korkutucu görüntüsü arkasındaki esrarengiz hikayeler vs... Yaşamasakta en yakınlarımız görmüş gibi anlatılır bizlere. Mışlı, mişli kurulan cümlelerin arkasındaki olağanüstü hikayelerde geçer gider çocukluğumuz. Peki hiç düşündük mü, çocukluğumuzda duyduğumuz o -mışlı ifadelerin, hayatımız boyunca arkasına saklandığımız koca bir perde olduğunu?

                Eveet, küçük bir nostalji yaptıysak, ne hoş. Ama anlatmak istediğim şey çok başka. Hayata tutunabilmek için bir kalkan oluşturmak şart derler hep. Koruma mekanizman olduğu sürece yıkılmazsın, dağılmazsın, sarsılmazsın vs. Peki bunları yaparken nasıl yapaylaştığımızın farkında mıyız? Kalkanlarımızı mışlı cümlelerin arkasına saklamışız. Öyle yaşıyoruz hayatı ya da yaşıyorMUŞ gibi yapıyoruz. Hissetmediğimiz şeyleri söylüyoruz, benimsemediğimiz bütün düşünceleri hayatın merkezine alıyoruz önce. Sonra alışıyormuş gibi yapıyoruz alışamıyoruz. Bocalayıp duruyoruz. Çok güçlüymüş gibi dolaşıyoruz ortalıkta. Kurşuna kafa atan neslin çocuklarına bu yakışır belki, evet ama bünye kaldıramazken bu yükü, ona onlarca şey yüklüyoruz. Taşıyormuş gibi yapıyoruz ama altında eziliyoruz. Umursamıyormuş gibi davranıyoruz önceleri ama kafamızda kurduklarımızdan seri film çıkartabiliyoruz. Aksi de olabiliyor bazen. Çok önem veriyormuşçasına tavırlar sergilerken, arkamızı döndüğümüzde bir umursamazlık geliyor aniden. "Amaaan" diye diye es geçtiklerimize dönüp baktığımızda pişman oluyoruz. Sadece geride bıraktıklarımıza değil yaptıklarımıza, söylediklerimize de siniyor o pişmanlık. Ama asla ödün vermiyoruz. Kuyruğu dik tutmak diye bir tabir var ya biz o hakkımızı sonuna kadar kullanıyoruz. Kızıyormuş gibi yapıyoruz kızmıyoruz. Küsüyormuş gibi yapıyoruz küsmüyoruz. Vazgeçmeyelim derken ilk geçilen biz oluyoruz. Çekip gidesimiz varken sakince orada duruyoruz. Lütfediyoruz birbirimize hayatı. İçimizden gelmeyen bir kibarlık sergiliyoruz sahte gülüşlerle. Mecburi ilişkilerimizi sürdürmek için yırtınıyoruz adeta. İnsan ilişkilerini bir kenara koydum, biz başkalarına gelinceye kadar kendimizi de kandırıyoruz. Acımasızca... Sahte sevgi gösterileri sunuyoruz ona buna. Sevmediğimiz ne varsa seviyormuş gibi yapıyoruz. Sanki tersi bütün düzeni değiştirirmiş gibi. Dengeleri oynatmayalım derken aklı oynatmaya yaklaşıyoruz haberimiz yok. Yüreğimizi kandırmaksa, bu mışlı yaşamanın en acı hali. Bir şeyi deli gibi severken sevmiyormuş gibi yapmak kadar ağır bir yük var mıdır bu kalbe? Sempatik kalp aortlu yürek ayrımı vardır ya hani -gerçi o kalbi iki eğri haline kim getirdi onu da bilmiyorum- bütün bu yükü hangisine yüklüyoruz inanın takip edemiyorum. Sevdiğimi söyleyemezsem sevme derdi boğar beni demişti Yunus, bizse aksine kendimizi dibe batırmak için elimizden geleni yapıyoruz. Her seferinde ayağımıza taşlar bağlayıp derin sulara bırakıyoruz kendimizi. Sevmiyoruz diyoruz ama seviyoruz. Kıskanmıyormuş gibi davranıyoruz aslında ölüyoruz. Dünya batsa umrumuzda değilmiş gibi yapıyoruz, köprüleri yıkıyoruz, yakıyoruz ama bir bakışla biz yerle bir oluyoruz. Bize sorunca da " yok biz sevmiyoruz". Ağız dolusu bi' "hadi ordanı" cidden haketmiyor muyuz? 
      Sadece bununla kalsa iyi. Yaşanmış onca şeyi bir anda unut kelimesine sığdırıyoruz. Balık muamelesi yapıyoruz bir nevi. Her hareketine sinmiş bir anısı varken, bir anda unutmuş gibi yapıyoruz. Özlemiyormuş gibi, hiçbir şey umrumuzda değilmiş gibi. Yüreğimi ezen şey akşam yenen yemeğin ağırlığıymış gibi. İçimizin daralmasını havaya, ağlayıp sızlanmayı şarkılara bağlıyoruz. Şarkılardaki sözleri hiç duymuyormuş gibi yapıyoruz mesela. Gözümüzden akan yaş, ya bir tozdan ya da soğandan oluyor. Yahu içimizden gele gele yaşayamıyoruz bir türlü. Koruma kalkanı dediğime bakmayın bu bildiğin mahalle baskısı. Elalem ne der diye diye örülmüş bir ağ atılmış üzerimize.Çırpındıkça dolanıyoruz iplere. Kurtulalım derken daha çok içine çekiyor bizi. O ne der, bu ne düşünür, kırar mıyım, üzer miyim, zayıf mı görünürüm, aciz mi derler, katı mı oldum, sert mi durdum? öööff yazarken bana fenalık geliyorken hepsini aynı anda yapanlar, size soruyorum. Sahi nasıl başediyorsunuz kendinizle? Çekilmez bir adam oldum yine diye Volkan söylemiyor boşuna. Kendimizi çekilmez kılmak için bütün şartları zorluyoruz. Ama dışarıya bir abide edasıya sunuyoruz düşüncelerimizi. Çünkü hayatımız boyunca öyle olmamız gerkiyorMUŞ gibi öğretildi bize. Herkes ne yapıyorsa sende öyle yapmalıydın. Standardı bozana asi denir ya sen o asilerden olmamalıydın. Çünkü etraftan gelen tepkiler hep o yöndeydi, bize bu öğretildi. Halbuki içimizden geldiği gibi yapsak, öyle yaşasak bir müddet. Özgürlüğün saygıyla bir tadını alsak mesela. Durulsa artık şu sular, gönül neyi nasıl istiyorsa öyle davransa.
      
       Bak ne güzel söylemiş şair;

Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim, 
ya da asla birini severken karşılığını beklemedim... 
Dostluğuma değer biçmedim, sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim...
Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim... 
Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım... 
Ama hata insana mahsustur dedim.. 
Affettim, af diledim.. 
Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim.. 
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar. 
Belki de içten içe sinsice güldüler... 
Ama asıl unuttukları şuydu... Ben aldanmadım... 
Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar... 
Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için... 
Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için.. 
Oysa ben hiç insan kaybetmedim... 
Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar...

    
        İçimizde biri var, bizden olmayan. Sen dönme yüzünü oraya. Yürek bilir kime nasıl davranacağını, neyi nasıl yapacağını. İçine sinmezse vicdan girer devreye merak etme. Kendi kendine yaşa biraz şu hayatı. Sahi sen de -mış gibi yaşamaktan bıkmadın mı?