Güzel memleketimim
efsunlu şehri İstanbul. Herkesi ruhunun bir yerinden yakalayan, yakaladığı gibi
de bırakmayan o şehir. Ne diyordu Necip Fazıl " ruhumu eritip kalıpta dondurmuşlar/ onu İstanbul diye toprağa
kondurmuşlar". Kökten bağlılık dedikleri bu olsa gerek. Derinde bir
yerlerde ruha tutunur bu şehir. Bir
martının kanadında, bir dalganın köpüğünde canlanan şehir. Şarkılarla dilden dile gezen, bir klarnetin sesinde,
uzakta yaklaşan bir simitçinin nefesinde, gizemli sokakların gölgesinde, gizlenen
hayatların neşesinde, aklın sınırlarını zorlayan, birbirine değen hayatların
ortasında yaşanan İstanbul. Buram buram tarih kokan İstanbul, Üsküdarlı,
Beyoğlulu, Çamlıcalı, Kasımpaşalı, Kadıköylü, Modalı İstanbul... Ülkenin bir köşesindeki hayalin timsali. Zenginin mıntıkası,
garibanın büyülü rüyası İstanbul. Ah istanbul, canım İstanbul! Yine üstadın
dediği gibi ille de İstanbul!
Eski alemlerin sarhoşluğu eserken Boğaz'dan, tarih de her bir köşe başından selamlıyor sanki bizi. Bizans'ın ruhu
bu şehre hiç uymamış gibi, her yerde ecdadın izleri. Ve 1453, belli bir mekanın
değil Yahya Kemal'in de dediği gibi "zamanın fethinin başlangıcı"
sanki. Peygamber müjdesiyle kurmuşuz gönül bağını, ondandır böyle sahiplenmişiz bu şehri.
Peki hayata dair derin
şeyler besleyen bu şehrin, konusu hayat olan edebiyatı etkilememesi
düşünülebilir mi? İstanbul edebiyata karşı kayıtsız durabilir mi? Duramaz tabii
ki. Yaşayan insan gibi edebiyatta İstanbulla nefeslenir sanki.
Sabah, mahmurluğunu edebiyatla atar. Yüzüne su çarpan insanlar gibi İstanbul'da edebiyat çarpıyor yüzüne, sırf daha iyi bir güne uyanmak için. Kadim dostunun pek çok alanında yer ediniyor kendine. Hemen hemen edebiyatın bütün ürünlerinde kendini gösteriyor.
Her karış toprağının hatrı vardır mutlaka ama İstanbul denilince akla ilk Boğaziçi düşüyor. Boğaziçi ki kültür içinde ayrı bir kültürdür. Kendine has bir tavrı vardır. Mehtabın suya düşüşü farklıdır, martıların gezişi, kayıkçılar buradadır. Yalılar ihtişamıyla selamlar sizi. Asırlardır orada olan medeniyetin odağıdır Boğaziçi. İstanbul Kasidesi'nde, LatÎfÎ'nin Evsâf-ı İstanbul'u'nda, Bâkî'nin edalı İstanbul akşamı tasvirlerinde sezmek mümkündür.
Sabah, mahmurluğunu edebiyatla atar. Yüzüne su çarpan insanlar gibi İstanbul'da edebiyat çarpıyor yüzüne, sırf daha iyi bir güne uyanmak için. Kadim dostunun pek çok alanında yer ediniyor kendine. Hemen hemen edebiyatın bütün ürünlerinde kendini gösteriyor.
Her karış toprağının hatrı vardır mutlaka ama İstanbul denilince akla ilk Boğaziçi düşüyor. Boğaziçi ki kültür içinde ayrı bir kültürdür. Kendine has bir tavrı vardır. Mehtabın suya düşüşü farklıdır, martıların gezişi, kayıkçılar buradadır. Yalılar ihtişamıyla selamlar sizi. Asırlardır orada olan medeniyetin odağıdır Boğaziçi. İstanbul Kasidesi'nde, LatÎfÎ'nin Evsâf-ı İstanbul'u'nda, Bâkî'nin edalı İstanbul akşamı tasvirlerinde sezmek mümkündür.
Boğaziçi bir şiirin
peşinden koşar gibi şairleri beslemiştir. "Geliyor Boğaziçi'nden doğru bir
iskeleden kalkan vapurun sesi" derken Ziya Osman Saba kollarıyla
karşılamıştır boğazı. Orhan Veli'ninse ömrüdür burası. Bozkırın ortasında bile
gözünüzü kapatıp İstanbul'u dinlemek, Boğaz'ı yanı başınızda hissettirir.
Özdemir Asaf Boğaziçi'nden eteklerini toplayarak geçen bir kadın tasviri sunar
Boğaz Gezintisi'nden. Erol Güngör gönül
sende yaşlansın, dizler sende yorulsun derken her şeyiyle kabul bir
"Harika İstanbul" anlatır.
Faruk Nafiz Çamlıbel "Boğaziçi'nde gezmek şiir içinde seyahat gibidir" derken ne kadar da haklıdır.
Abdülhak Şinasi
Hisar’ın “Boğaziçi Medeniyeti" diye özellikle tasvirini yaptığı bu yer
mensur eserlerde de can bulur. Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar,
Mehmet Rauf, Refik Halit Karay, Ruşen Eşref Ünaydın, Münevver Ayaşlı da
Boğaziçi’nde hayatın kuruluşunu uzunca anlatır. Huzur romanında bir Boğaz
seyriyle yolculuk başlar. Eylül'de buranın ayrı bir yeri vardır. Yalı sakinleri
anlatılır. Uzun uzun Boğaz'ı izlemenin hazzını yaşayanlarla lodosundan bıkmış
keyifsiz insanlar aynı kitabın sayfalarında yer alır. Edebiyatta Boğaziçi
anlatılırken yalılar, çeşmeler, meydanlar, sokaklar ve duraklar da
hafızalarımıza nakşedilir. Boğaziçi nostaljiden fazlasını sunar bizlere. Ahmet
Hamdi Tanpınar'ın "Allah beni Boğaz'dan ayırmasın" duası bütün
gönüllerden geçmiş dualardandır şüphesiz. Nehr-i aziz denmesinin
hakkını verdiğini düşündüğümüz Boğaziçi, edebiyatımızda salınan nazlı bir güzeldir. Bedri Rahmi Eyüpoğlu'nun masal benzetişi haksız değildir. "İstanbul deyince aklıma bir masal gelir/ Bir
varmış, bir yokmuş..."
Görüldüğü gibi her dilde
İstanbul her şey İstanbul. Ecdad yıllar önceden görmüş olmalı ki ; insanları, bu
şehrin müptelası. İstanbul sevginin en belalısı. O zaman yapılacak tek şey ay yıldızın
sırmalı damgası. Fethin kapısını kim araladıysa, zamanında Fatih'in geçtiği surlardan o yiğitlere selam olsun!
Gönlümüzde de yer edinmiş bu efsunlu şehrin muazzam köşesini anlatmaya üstatla başladık madem haydi yine onunla bitirelim:
Gönlümüzde de yer edinmiş bu efsunlu şehrin muazzam köşesini anlatmaya üstatla başladık madem haydi yine onunla bitirelim:
"Gecesi sümbül kokan
Türkçe'si bülbül kokan
İstanbul
İstanbul..."