Bakın ben size bomba patladıktan sonra
Ankara'daki bir günü anlatayım. Hatta durun olay anından alalım da tabloyu iyi
oturtun kafanızda. Rutin hayatınıza devam ederken ardı ardına çalan telefon
sesiyle "yahu n’oluyor" diye olayla tanışırsınız. Karşı tarafın
endişeli sesiyle "bir şey olmuş" kanısına varırsınız. Ama öyle
baharlık haberler gelmez aklınıza. Kızılay’ın neresi diye koordinat hesaplamaya
başlarsınız, istemsiz. Karşıdan tek kelime dahi duymamışken hem de.. Ardından telefonu
kapatır, bir iki saniye de idrak edersiniz durumu. Acil planı devreye
sokarsınız hemen. Ne mi o? En kısa sürede metroya bulaşmadan, Kızılay’ı hiç
dolaşmadan güvenilir bir yere gitmek. (Ha yine mi patlatmışlar tepkisini verip,
çay kahveye devam edenler de olur tabi. Onlara söylenecek hiçbir şey yok.) Sonra
varırsınız o güvenli menzilinize. Açarsınız televizyonu. CNN'de kırmızı zemine
büyük puntolarla son dakika gelişmesini takip edersiniz, durdurak bilmeden
çalan telefon eşliğinde. Sonra sosyal medyayı bir yoklarsınız. Herkes terörü
lanetlerken siz ya sabır çekersiniz. Bu çizilebilecek en iyi senaryo.
Bir de olay yerinde olanlarınız vardır
mutlaka. Bir an da "bu ses neydi" şaşkınlığından Ankara paniğine
geçersiniz. Bir tuşa basılmış gibi feryat figan oradan oraya koşan insanların
arasında bulursunuz kendinizi. Soluduğunuz barut kokusu, duyduğunuz insan
korkusu. Bir hengamedir saatlerce geçmek bilmeyen. Ambulans itfaaiye sesleri,
olay yeri incelemesi, helikopter pervanesi.. Bu da çizilebilecek diğer iyi
senaryo.
Televizyon karşısında olaya dahil olanlarınız
da olur. Yine dadadadaaaann diyerek son dakika girer haber merkezleri. Büyük
puntolarla "ANKARA'DA PATLAMA" sebebi bilinmez önce. Yine kınamalar,
lanetlemeler ardı ardına gelir. İki saatlik bültende aralıksız bu haberler
verilir. Üçüncü saatte bir dizi, ardından twitterda bir yazı: "Hayat kısa
kuşlar uçuyor" Bu da kötünün iyisi bi senaryo işte.
Size
en acıklısını söyleyeyim mi? O haberi duyan ana babalar, kardeşler, gelinler
var ya, beşikteki çocuk acıyı hisseder ya… İşte bunu anlatacak kelime yok. Eli
böğründe, ölü sayısında evlat takip etme var ya işte bunun siyasetle hiç
alakası yok. Evlat acısının tarifinin hiçbir dilde karşılığı yok…
- - -
Şimdi bizler Ankara'nın göbeğinde,
paronaya olmuş insanların bir sonrakine kadar adapte olmasını beklerken ki en
çarpıcı gerçeği de bu. Siz acılarınızı mı yarıştırmak istiyorsunuz? Az öteye
canım kardeşim. Yakılan ağıtları seçim sloganı mı yapacaksınız? Daha da öteye
kardeşim. Gizliden ellerini avuşturarak ah vah mı diyorsun? Sen mümkünse ülkeyi
terket kardeşim! Çünkü biz sıkıldık. İçi boş söylemlerden, güven telkin edip üç
gün sonra daha beterini görmekten sıkıldık. Şehrin her bir köşesini anıt mezara
çevirmeden önlem alınmasını beklerken aklın almadığı kanlı bir başka senaryoyu
yaşamaktan tükendik artık. Bir de bunun üstüne ülkede n’oluyor bilmeyen, iki
tivit okuyarak dünyanın ahkamını kesen tavırlarınız da tüketti sabrımızı,
tıkandık artık.
-bugün ülken
için ne yaptın?
-lanetleyici bir tivit attım!
Çok şey
yaptın aferin!
Sayfalarca yazsan da, sabahlara dek
düşünsen de, bağırıp çağırsan da, bazen bazı şeyler düzelmez. Zaman lazım,
insan lazım, sabır lazım. En önemlisi bütün bunlara göğüs gerebilecek yürek
lazım. Bir de vicdan yatağında uyumak lazım. Her günün sonunda yaşanılan onca
şeye, yitirilen onca cana hürmeten, o yatağın sana batmaması için elinden geldiğince,
yüreğin yettiğince bir şeyler yapman lazım. Anlatmak lazım. Bıkmadan usanmadan
anlatmak:
Vatan olmadan
gelecek olmaz, vatan olmadan aşk olmaz, iş olmaz. Vatan olmadan güç olmaz. Vatan
olmadan hayalini kurduğunuz ya geç hayali vatan olmadan bir halt olmaz canım
kardeşim. OLMAZ!!