23 Kasım 2014 Pazar

BİR CANA DOKUNMAK


        Bir oda dolusu can sizin karşınızda. çakmak çakmak size bakan bir oda dolusu can. Hareketlerinizi izleyen meraklı, biraz ürkek, biraz haylaz, biraz sıkılgan, azcık yaramaz bir oda dolusu canla aynı ortamdasınız. Kapıdan girdiniz. İlk kez gözleriniz tanıştı. Siz yenisiniz, onlar meraklı. Yapacağınız her şey, atacağınız her adım o oturan canlar tarafından kayda alınıyor. Ağzınızdan çıkan bir tek söz onlarca çocuğun hafızasında yer alacak. Belki birilerinin yüreğini ısıtacaksınız, belki bir şeyler değişecek onda. Yapacağınız bir hareketle dünyasının rengini belli edeceksiniz, belki de siz belirleyeceksiniz o rengi.
        Yavaş yavaş gezmeye başlıyorsunuz sınıfta. Siz meraklı, onlar meraklı. Ufak ufak konuşacaksınız az sonra, sorular soracaksınız tanışmak için. Cevaplarda yakalayacaksınız birbirinizi. Hedefler, hayaller, gerçekler birbirini kovalayacak o konuşmalarda. Bazıları hiç katılamayacak sohbete. Bir köşede sadece sizi izleyecek ya da izlemeyecek. Umrunda olmayacaksınız bazılarının. Onlara da ulaşmak için ayrı bir yolculuğa çıkacaksınız. Bazısı da hiç susmayacak. Haylazlığında kalacak cevapları. Hepsinin hayatından bir siz geçeceksiniz, işte bütün bunların buluştuğu tek nokta bu olacak.
        Bir oda dolusu can ve hepsinin hayatından geçen o cana şekil veren siz... Siz kim misiniz? O cana dokunma izni olan öğretmenlersiniz. Sahi bir "can" yetiştirmek nedir bilir misiniz? Sonrasında toplumun hemen her kesiminde varlığını hissettirecek bir canın sizden geçmesi ne demektir? Onların hayatlarına dokunabilmek, bir yerlerde hayata tutunabilmek nedir?
        Söyleyelim efendim çok şeydir. Bu hayatta başınıza gelecek en özel şeydir. Ama bir o kadar da ağırdır yükü çünkü can emanettir. Öğretmenliğin, hakkının verilmediğinde vebalinin büyük olduğu nadir mesleklerden olduğuna inanıyorum. İnsanların hayatlarına değmek kadar muazzam bir duygu var mı bilmiyorum. O duygu tarif edilebilir mi? Onu da bilmiyorum. Ülkenin dört bir yanında kurulmuş bir bağdan bahsediyorum. Sevgiyle, merhametle, sabırla kurulmuş bir bağ. Ne yapsam da öğrenseler fedakarlığını hangi mesleğin töresinde bulabilirsiniz ki? Bu topraklarda öğrencisini dert edinmiş milyonlarca yürekli öğretmen yetişti. Kanserli öğrencisi üzülmesin için saçını sıfıra vurduran öğretmenler oldu, yokluktan okuyamayan kardelenlerin yeniden açmasını sağlayan, gün yüzünde güldüren, ağlarken sımsıkı sarılan öğretmenlerimiz oldu. Derdini dert edinmiş, dermanını önüne sermiş, yeri geldiğinde hayatından geçmiş nice öğretmenler gördü bu millet. Adana'da her sabah, beyin kanaması geçiren öğrencisinin evine gidip ders anlatan Elif Öğretmeni, dağdan inen çakal sürüsüne karşı sınıfını koruyan Ali Öğretmeni, yürüme engelli öğrencisini sırtında taşıyan, Karadeniz'in hırçın sularında kaybolmasın diye teleferik kuran, kucağında taşıyan öğretmenleri kimse unutmadı. Sadece öğretmekle kalmadı o öğretmenler. Zorluklar içinde pembe dünyalar kurdular. Çoğu öğrencinin hayali oldular. Rehber oldular, aile oldular. Yıllar sonra hatırlanan öğretmenler işte bu gönülden mesleğine bağlı, birilerinin hayatında iz bırakan öğretmenlerdir. Ben onları düşündükçe gururlanırım. İyi ki’li cümlelerim hep öyle zamanlarda gelir. 
        Bütün o ömürlük koşuşturma arasında, yıllar sonra hatırlanılan olmak dünyalara bedel gibi geldi. Böyle büyüdüğümden mi bilinmez hayatımın hiçbir döneminde "büyüyünce ne olacaksın" sorusuna "öğretmen" dışında bir cevap vermedim. Şimdi büyüdüm sayılır ve ben kendime verdiğim sözün getirdiği şeyleri yaşıyorum. Etrafımdaki öğretmenlere gıptayla bakıyorum. Sahadaki arkadaşlarımın yaşadıklarına imreniyorum. Toz pembe dünyalar çizmiyorum kendime merak etmeyin ama ben o zorun içindeki bir afacan sesten "Hilal Hocam"ı duymayı sabırsızlıkla bekliyorum. Öğrencileri kendine dert edinmiş, ülkenin her bir köşesinde çalışan, çabalayan o fedakar, "Necla öğretmen"lere de yürekten bir "iyi ki varsınız" diyorum. Bir de vatan uğruna can veren şehit öğretmenler var. Onlar peygamber mesleğini yaparken peygamber müjdesine nail oldular. Ne büyük bir şeref! Onlara da Allahtan rahmet dilerken ömrünü bu yola adamiş ve üzerimizde muazzam emeği ve tesiri olan Hocalarimizin ellerinden saygiyla öpüyorum.
     Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun!          

19 Kasım 2014 Çarşamba

O empatidir

                         Bugünlerde kulağıma çalınan bir cümle var: Aptallık yapma! Ünlemiyle söylüyorum çünkü kimden duysam, bunu çemkirircesine söylüyor. Kendinden bir şeyler buluyor da mı söylüyor bilmiyorum. O kadar çok duyunca durup bende bir düşündüm bu ifadeyi. Aptallık yapma... Sahi ne demek ki bu aptallık? İnsanlar niye aptallık yapar ki? Dile düştüğüne göre de bile isteye yapılan bir şey demek bu aptallık dediğiniz şey. Aptallık yapma, aptallık yapma, aptallık yapma. Tekrarladıkça anlam kazanıyor sanki. Aptallık yapma! Her fısıldayışımda başka bir sahne gözümün önüne geliyor. Acep bu mu ki o dedikleri şey? Yoksa şu mu? Her seferinde bir yerlerden birileri hortluyor. O birileriyle yaşanılanlar akla düşüyor. Kendimi sorguladığım anlar önümde duruyor. O mu bu mu şu mu? Hadii aptallık yapma! Ne doldurabilir bu kelimenin içini, ne ola ki bu aptallık dediğiniz kelimenin içi? Soru bombardımanı ardından kuytuda kalmış her yeri deşiyorum. Yüklediğim manaların bir ayağı havada kalıyor sanki. Hah tam olarak bu, diye karşılayabileceğim bir kavram yok. Aptallık yapma, aptallık yapma, aptallık yapma... Son bir kez odaklanıyorum. Bir karara varıyorum sonunda: Akıllı insan aptallık yapmaz o empatidir . 
                       Peki gerçekten yaptığın aptallıksa ve sen bunun farkında değilsen? Haydiii bakalım gelin bunu birlikte cevaplayalım. Seninde aklına onlarca şey geldi biliyorum. En yakınından başlayarak sınırları genişlettin. Her seferinde birilerini daha dahil ettin. Olayları sıraladın arka arkaya. "Ben şurda şöyle yapmıştım ama sebebi buydu yani yoksa niye öyle yapayım. Yapmasa mıydım ki? Ama yapmasaydım da şöyle zannederdi. Zannetmez miydi yoksa? Hımm geçen gün de şunu yazdım ben. Ama öyle demek istedi eminim. Bunun haberi yoktu ama ben anladım tavrından illaki öyle olacaktı yani....." BİR DUR! Bir sakin ol önce. Cümleleri çünkülere bağlayıp durma. Kendini yargıladın hemence ve tutmasam infazını yapacaksın. Akıllı insan empati yapar dedik bu süratte ne akıl kalır ne fikir. O yüzden bir dur!
                        Önce bir anlaşalım insanlar çeşit çeşit ve sen herkese yetişemezsin. Birinde denediğin öbüründe tepebilir. Ve unutma herkesi, her zaman memnun edemezsin. Önce şu toleransı ver sonra çık bu yola. Aptallık yapmış olabilirsin. Kim yapmadı ki. Ama hayatının çoğunu birilerinin gönlünü hoş etmek için harcıyorsan at o eki de, çünkü sen aptalın tekisin. Bu bir kenarda dursun asıl konumuza dönelim biz. Empati yapabiliyorsan çok özelsin. Aklına gelen onlarca şeye gülümseyerek bak şimdi. Niye nasıl diye sorgulama çünkü yaşananların hepsi geçti gitti. Her biri birer tecrübe olsun dursun önünde. Aptallık yaptığın anların sebebini kendine söyle, başkasına değil. Kimseyi dahil etme kendine. Bir de minik bir tavsiye. Paniklediğinde "keep calm and o telefonu elinden bırak" Çünkü ne geliyorsa başınıza o telefonlara akıl vasfını verdiğinizden beri geliyor. Unutma, sen insansın ve evrendeki en muazzam şey senin bünyende. Bir farkına var, biraz hakkını ver şu yaşamanın. Aptallık yapmayın demek de olmaz şimdi biliyorum ama biz nasılsa anlaşırız sizle, ona güveniyorum. Hem şu an bile sizden farklı bir şey yapmıyorum, oturup empatiyle aptallıklarımı ayıklıyorum. Hadi sizde bir çay kapıp gelin yamacıma. Bekliyorum.
                        
                    


                        
                            

                     
                         
                        
                        
                       


11 Kasım 2014 Salı

Dinleyin artık yasaklı şarkılarınızı

        Bugünlerde her üç kişiden biri kaybediyor. Sevmenin o güçlü yanını, sevilmenin hazzını üç kuruşluk heveslerde heba edip, uzun vadede hep kaybeden olmayı seçiyor. Değerlerini yitirmiş, çin malı insan tipi türemiş her yerde. Nereye baksam aynı hareketler, aynı tepkiler. Birinin çıkıp farklı bir şey söylemesi olay oluyor. Olur olmaz yerlerde, olmayan hayatlara merdiven dayamış, hayallerde yaşayan insanlar görüyorum. Hayallerinde büyüttükleri egolarıyla şehirler daraltıyor onlar. Oysa pembe tadındaki hayatlardı masum olan. Halbuki masumiyeti iki öpücük zannedenlerce sarılmış bir dünya görüyorum. Hacimsiz düşünceler, fos beyinler, yargılayıcı bakışlar, hor gören tavırlar, kem nazarlar, üst perde bir ses tonu ve bütün bunlarla bezenmiş bir hayalet şehir.. Hortlamak için sokak başlarını tutmuş gibiler ve hepsi her yerdeler. Bütün bunların arasında bir duruş arıyorum. Yanımda, arkamda, karşımda. Samimiyetine inandığım, basit heveslerde boğulmayacak, zor zamanlarda daralmayacak, riyakarlığın ağına düşmeyip vefasızlığın v sini ağzına almayacak bir duruş. Delikanlı bir tavır istiyoruz aslında, hepimiz. delikanlılığı erkeklere, namusu kadınların tekeline hapsedenlere inat biz bu tavrı görmek istiyoruz.
          Çok sevdiğim bir şarkıda geçiyordu şu sözler: "...Onlar ki sevdiklerine toprak kadar vefalı onlar ki sevdiklerine gün gibi, güneş gibi sadık, kardelen çiçekleri kadar sabırlı, ki onlarda iffet, ki onlarda edep. Onlar sevdiler mi başka severler güzelim..." İşte aranan kan bu. Aşka sevdaya indirgemek değil niyetim.  Zaten her şeyi onlara bağlayarak ayaklar altına almadık mı? Değersizleştirilmiş duygulardan çekiyoruz ne çekiyorsak. Anlamlarını yitirmiş hayatların anlamsız hareketlerinin revaçta olması zor geliyor belki de. Canımızın yanmasının sebebi de bundan. Değmeyecek hayatlarda sorguluyoruz değerlerimizi. Birini sevdim diye kızıyorsan kendine ve uğruna yaptıklarından pişmansan, aptal gibi hissediyorsan durduk yere sende o çatışmanın ortasındasın. Kızmayın bunları söylüyorum diye sahi siz de sıkılmadınız mı bu tip insanlardan?Kurduğunuz hayallerde boğulmaktan, güvendiğiniz insanların ardından bakakalmaktan, yapmaz dediğiniz bütün şeylerin yapılıyor olmasından, toz konduramadığınız insanların yüzünüzü yere eğdirmesinden, kendinizle çelişmekten, her seferinde tutunacak bir dal aramaktan yorulmadınız mı? Sevdiğinize, seveceğinize pişman olmadınız mı? Şarkılarda yaşadığınız aşklarınız, arkadaşlıklarınızın ömrü 3 dakika sürsede yine de baş üstünde tutmadınız mı? Ondan gelen her şeye eyvallah deyip aslında hiçbirinin sizle ilgili olmadığını anladığınızda oturup ağlamadınız mı? Yaptınız. Sonra kalkıp yine onları cici gösterecek sebepler aradınız. Kötü hissettiren şarkıları yasakladınız. Hayal kurduklarınızı indirip favorilere aldınız. Her seferinde mutlaka onu haklı çıkaracak bir şeyler aradınız.Amalara sığındınız, belkilere tutundunuz. Keşkelere hiç yaklaşmadınız. Bazen esti keskin kararlar aldınız ama bir hamlesiyle dağıldınız. Yaptınız. Bütün bunları yapıp çapsız karakterlere derin roller verdiniz. Dostu da düşmanı da bu potadan seçtiniz. Sonra da geçip "ben ne yangınlar gördüüm.." Filan falan.. Bıraksak mı artık bu işleri hı napsak:) bir gelsek mi kendimize? Biliyorum mutlu olmaya değil mutlu etmeye kodlanmış bir tavrımız var. İyi niyetlerle bezeli çok güzel kalplerimiz .Evet biz iyi niyetimizden bir gün kaybederiz ama onlar bir ömür buna mahkum olabilirler. Ama bu bile onları merkeze alan bir tavır. Önce bundan vazgeçmek gerekiyor sanırım. Hem ihtimallere hayatlar yüklemek sizce de çok büyük bir risk değil mi? Emin olduklarımızdan başlayarak yola çıkmak daha sağlam bir adımmış gibi geliyor. Yüreğinize alacağınız insanlar muhabbetli olsun demek geliyor içimden. Muhabbetin adabını bilen gönlü hoş etmeyi de bilir. Onlar yeri gelir yunus olur o gönüllerde buluşur, yeri gelir yavuz olur gönlün ayarını bozanlarla görüşür. 
         Akşam akşam düşünce konforunuzu bozmuş olabilirim. Ama oflayıp puflayan onca hayat arasında birinin bunu söylemesi gerekiyordu. Hem yalnız olmadığını bilmek güzeldir. Tam şu an da yüzünde hafif bir tebessüm, hatırladıklarına saydıran o deli gönüller de bizimledir. Bırakın artık onların iplerini, bırakın ki çekiştirdikçe bulandırmasın sizi.


      NOT: yahu açın dinleyin artık şu yasaklı şarkılarınızı, ne hoş nağmeler geçiyor üzerinizden haberiniz yok!