26 Ocak 2017 Perşembe

Yahya Kemal/ Ezansız Semtler

Medenileşelim derken özü unutur olduk. Bu toprakta ecdadını, tarihini, mazisini saklayan çocukları arar oldu gözlerimiz.
Yıllar sonra durup baktığımızda kendimizi aşina olmadığımız hallerin içinde bulmak istemiyorsak, şimdiyi iyi inşa etmeliyiz.
Çocuklarımızı, gençlerimizi, geleceğimizi Türk-İslam kültürünün muazzam incelikleriyle nakış gibi işlemeliyiz.
Gündelik telaşlarda, modern çağın eğreti uğraşlarıyla oyalandığımız yeter!
Doğacak yeni gün bizi bekler! 


     YAHYA KEMAL'İN KALEMİNDEN BİR İNCE SERZENİŞ...

Tevhîd-i Efkâr, 23 Nisan 1922 Pazar
Hayât ve Edebiyât
EZÂNSIZ SEMTLER
Muharriri: Yahyâ Kemâ
l

     



     Kendi kendime diyorum ki: Şişli, Kadıköy, Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede nasîb alabiliyorlar mı? O semtlerdeki minâreler görülmez, ezânlar işidilmez, Ramazân ve Kandil günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rü’yâsını nasıl görürler?

     İşte bu rü’yâ, çocukluk dediğimiz bu Müslüman rü’yâsıdır ki bizi henüz bir millet hâlinde tutuyor. Bugünki Türk babaları havası ve toprağı Müslümanlık râyihasıyla dolu semtlerde doğdular. Doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler. Mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur-an'ın sesini işitdiler; bir raf üzerinde duran Kitâbullâh'ı indirdiler. Küçücük elleriyle açtılar, gülyağı gibi bir ruhu olan sarı sahifelerini kokladılar. İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler. Kandil günlerinin kandilleri yanarken, Ramazanların, bayramların topları atılırken sevindiler. Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, câmi‘ler içinde şafak sökerken Tekbîrleri dinlediler, dînin böyle bir merhâlesinden geçtiler, hayâta girdiler. Türk oldular.


    Bugünün çocukları, büyük bir ekseriyetle yine Müslüman semtlerde doğuyorlar, büyüyorlar. Eskisi kadar derin bir tahassüs ile değilse bile, yine Müslümanlığı hissediyorlar. Fakat fazla medenîleşen üst tabakanın çocukları ezânsız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirkenTürk çocukluğunun en güzel rü’yâsını göremiyorlar. Bu çocukların sütü çok temiz, hilkatleri çok metîn olmalı ki, ileride alafranga hayat Türklüğü büsbütün sardıktan sonra milliyetlerine bağlı kalabilsinler. Yoksa ne muhît, ne yeni yaşayış, ne semt, hiç bir şey bu yavrulara Türklüğü hissetdiremez.


        Ah büyük cedlerimiz! Onlar da Galata, Beyoğlu gibi frenk semtlerinde yerleşirlerdi. Fakat yerleştikleri mahallede Müslümanlığın nûru belirir, beş vakitde ezân işidilir, asmalı minâre, gölgeli mescid peydâ olur, sokak köşesinde bir türbenin kandili uyanır, hâsılı o toprağın o köşesi îmana gelirdi. Beyoğlu’nu ve Galatasaray’ı saran yeni yapıların yığını arasında o mescidlerden, o türbelerden bir ikisi kaldı da (gördük ki) cedlerimiz o kefere frenk mahallelerinin toprağına böyle nüfûz ederlerdi. Biz bu günün Türkleri, bil‘akis Şişli, Nişantaşı, Kadıköy, Moda gibi küçücük bir şehri andıran yerlere yerleştik, fakat o yerler Müslüman rûhundan ‘âri, çorak ve kurudur. Bir Üsküdar'a bakınınz bir de Kadıköyü'ne. Üsküdar’ın yanında Kadıköy Tatavla (Kurtuluş)'yı andırır. Eski Türklerin rûhlarıyla, yeni Türklerin rûhları arasındaki farkı anlamak isterseniz, bu son asırda peydâ olan semtlerle, İstanbul içlerini mukaâyese ediniz. Medenîleştikçe Müslümanlıktan çıktığımızı tabîî ve hoş gören eblehler uzağa değil, Balkan devletlerinin şehirlerine kadar gitsinler. Görürler ki baştan başa yenileşenj o şehirlerin her tarafında çan kuleleri yükselir. Pazar ve yortu günleri çan sesleri işidilir. Manzara halkın dînini, milliyetini hatırlatır. O şehirler bizim yeni semtlerimiz gibi millî ruhtan ‘âri değildirler. 


        Artık Türk milletinin rûhu bir râyiha gibi uçtu mu? Hayır büyük bir kütle(de) yine o rûh var. Fakat biz, son nesil, bir sürü gibi büyük kâfileden ayrıldık, uzaklaşdık, gâib olduk; fakat daha uzağa gitmeyeceğiz, döneceğiz. Tekrâr büyük kâfileye iltihâk edeceğiz. Yeni tarzda yaşayışla cedlerimizin diyânetini mecz edip (bir araya getirip) bizi bu çoraklıkdan, bu karanlıkdan, bu ‘ufûnetden (pis kokudan) kurtaracak mürşîdler, şâ‘irler, edîbler, hatîbler, yetişmedi. Fakat gâyet tabîî bir revişle (gidişle), büyük kâfileye, kendi kendimize döneceğiz.

Dinsizliğin, kayıtsızlığın ‘aksü’l- ‘ameli başladı bile. Çocuklukdan beri diyânet yolundan ayrılmamış olan kardeşlerimiz, bizim gibi rücu‘ hislerini i‘tirâf edenlere henüz inanmıyorlar. Onlara tamâmiyle ilticâ edeceğimiz zaman da bizi birden tanımayacaklar. Çünkü onlardan çok ayrı, çok uzak düşdük.


       Dört sene evvel Büyükada'da oturuyordum. Bayramda, bayram namâzına gitmeye niyetlendim. Fakat frenk hayatının gecesinde sabah namâzına kalkılır mı? Sabah erkenden uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım. Vakit gelince abdest aldım. Büyükada'nın mahalle içindeki sâkit (sessiz) yollarından, kendi başıma Cami‘(y) e doğru gitdim. Vâ‘iz kürsüde va‘az ediyordu. Ben kapıdan girince bütün cemâ‘atin gözleri bana çevrildi. Beni, daha doğrusu bizim nesilden benim gibi birini, câmi‘de gördüklerine şaşıyorlardı. Orada o sa‘atte toplanan Ümmet-i Muhammed, içine bir yabancının geldiğini zannediyordu. Ben, içim hüzünle dolu, yavaş yavaş gitdim. Va‘azı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum. Kardeşlerim Müslümanlar, bütün cemâ‘atin arasında yalnız benim vücûdumu hissediyorlardı. Ben de onların nazarlarını hissediyordum. Va‘azdan sonra namâzda ve hutbede onların içine karışıp “Muhammed” sesi kulağıma geldiği zaman gözlerim yaşla doldu. Onlarla kendimi yek-dil, yek-vücûd olarak gördüm. O sabah, o, Müslümanlığa az âşina Büyükada'nın o küçücük câmi‘î içinde, şafakta, aynı milletin rûhlu bir cemâ‘ati idik. Namazdan çıkarken, kapıda a‘yândan Reşîd Âkif Paşa durdu; bayramlaşmayı unutarak elimi tuttu: "Bu bayram namâzında iki defa mes‘ûdum. Hamd olsun sizlerden birini, kendi başına Cami‘(y)e gelmiş gördüm! Berhudâr ol oğlum! Gözlerimi kapamadan evvel bunu görmek beni mütesellî etti!" dedi. Hem geldiğimi hem de Bayramımı tebrîk etdi. Yanındaki eski adamlar da, onun gibi tebrîk etdiler. Bu basît hâdiseden, pek samîmi olarak mahzûzdular. O sabah gönlüm her sabahtan fazla açıktı.

Biz ki minâreler ve ağaçlar arasında ezân seslerini işiderek büyüdük. O mübârek muhitten çok sonra ayrıldık. Biz, böyle bir sabah namâzında anne millete tekrâr dönebiliriz. Fakat minâresiz ve ezânsız semtlerde doğan, frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamacaklar!

(Mahire Yazar Kiremitçi'nin çevirisiyle okuma fırsatı buldupum öuazzam bir yazı)
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder