24 Ağustos 2014 Pazar

mutsuzluğa da var mısın??

        Hızla yol alan bir tren gibi gün içinde farklı farklı bir çok hayata değiyoruz. Her biri ayrı bir durak sanki. Kiminde durup soluklanıyoruz, kiminde bir merhabalık vaktimiz oluyor. Kimindeyse öylece geçip gidiyoruz. Tıpkı insanlar gibi. Koskoca bir ömürde hayatımızdan kimler gelip geçiyor bilmiyoruz. Onlarca sima bir yerden gözümüze takılıyor, kimileri ise ömrümüze tutunuyor. Zaman akıp gidiyor ve bu insanlar dünyanın bir yerinde, belki canım ülkemin bir köşesinde hayat mücadelesi veriyor. Mücadele diyorum çünkü yaşamak artık öylece yapılabilecek bir şey gibi görünmüyor. Hep bir uğraş hep bir telaş. Belki bütün tadı tuzu burada ama o telaşta yiten onlarca insan akla gelince de sanki bir durup düşünmek gerekiyor. Çünkü yaşam sevincinin dibini sıyırmış onlarca insan takılıyor gözüme. Sırf bu yüzden insanın dönem dönem bir şeyleri sorgulaması gerektiğini düşünenlerdenim. Kendimize, çevremize, ömrümüze şevkle, sımsıkı sarılabilmek, hayata dört elle tutunabilmek için bu gerekli. Çünkü zaman diye öyle bir kavram var ki bütün dengeleri değiştirebilen bir güce sahip. Gözünüzü kapatıp açın. O kadarcık bir saniyenin bile geri getirilemeyeceği bir sistemden bahsediyoruz. O yüzden insanın neyi, niye yaptığını bilmesi çok önemlidir. Kaybedilen şeyler geri getirilebilir. Hayata dair akla gelen her şey bittiği yerden yeniden başlayabilir. Ama zamanı geri getirmek ancak izlediğimiz bilim kurgu tadındaki filmlerde geçerlidir ve bizler, tam anlamıyla, bizleri zorlayan "gerçek" hayatlar yaşıyoruz. O yüzden oyuncak atlara bindiğimiz zamandan, sallanan koltuklara kadar geçen ömrün hakkını vermek için neyi niye yaptığımıza dair cevaplar biriktirmeliyiz.
        Hadi beraber şeffaflaşalım kendimize. Ancak basit cümleler doğru kurulur. Bunun için sorular soralım birbirimize ve aklımıza gelen ilk soru "ne istiyoruz" olsun. Sahi ne istiyoruz? Yaşam dediğimiz beş harf iki hece, içinde sakladığı ise sanki binbir gece. Her gün farklı senaryolar, her günün ayrı birer baş rolü var. Peki biz bu hayatın neresindeyiz? Bize verilen rol ne? Hayattan ne istiyor olabiliriz? Aşk, aile, kariyer, para, huzur, sağlık, şan şöhret... Listeye ekleyebileceğin o kadar çok şey var ki renkli dünyanda. Bunlar arasından neler mutlu eder bizleri? Bu soruya verilecek cevapla iş bitmiyor tabi ki. Her biri kendi içinde dallanıp budaklanacak, yer yer kümelenip soru yumağı olacak. İşte neyi, niye yapmak istediğimizi bilirsek verilecek tek bir cevapla o sis bulutu dağılacak. Ama önce o sorulara verilecek kuvvetli bir cevap aranacak. Hayattan ne istiyoruz dedik O kadar cevabın ortak bir kesişimi olacak ki o da "mutluluk". Ne seçersek seçelim bir miktar hazzı yaşadıktan sonra gözler, gönlün bir yerlerinde mutluluk kırıntılarını aramaya başlayacaktır. Etrafımızda çok sık rastladığımız denklemdir bu. Her şeye sahip olanla hiçbir şeye sahip olmayanın aradığı yegane şey mutluluktur. Mutlu olmak için yapılmayacak şey yoktur. Bencilliğin kıyısına bile dayanırsınız bunun için. Mutluluğu uzaklarda arayanlardan çok, yanı başındaki şeylerde mutluluk bulanlar hayatın tadına varabilir. Bir kuşun sesinden, çalan bir şarkının esinden, ansızın akla gelen bir melodiden, bir dalga sesinden, bir insan nefesinden, annenin babanın tebessümünden, takımının galibiyetinden, alınan minik bir hediyeden, okunan bir ezan sesinden, dinlenen neyden, tanımadığın bir gülümsemeden, içten bir teşekkürden, gündüzün telaşından gecenin sakinliğinden, bir kitabın kokusundan ya da sıcak bir yemeğin buharından, yalnızlığın kahvesinden, çayın deminden, yüreğe dokunan ufacık bir şeyden bile mutlu olur bu insanlar. O insanlar ki hayatın içinden, yaşama sevincinden bir damlacık suyu okyanusa hediye edebilenlerdir.
       Hayat bu. Pembe tadında hayaller kurmak güzel, bunların gerçekleştiğini görmek çok güzel. Ama insan var, hataları var, seçimleri var. İşte bütün bunlar hayatı şekillendiriyorken "ne istiyoruz" diye başka şeylere de sormak gerekmez mi? Hayatın alt kümesi onlarca şey var. Ailemizden ne istiyoruz mesela? Arkadaşlıklarımızdan, eşlerimizden, dostlarımızdan? İşimizden ne istiyoruz? Bizim hayatımızı şekillendiren bunca önemli unsur varken bizler aslında ne istiyoruz, nasıl olsun istiyoruz? Şu hayata atılacak tek bir imzamız varsa bütün bunların da verilecek bir cevabı olması gerekir. Yoksa silinen hayatlardan biri olur, kaybolur gideriz. O yüzden atılacak her imza taklitten uzak olmalı. Bakıldığında başkalarının hayatlarını yaşayan, başarısızlık başına vurmuş, kendini sevmeyen, acımasızca yargılayan, diğer insanlara da bu hakkı veren kaybolmuş hayatlar göze çarpar. Tanıdıktır onlar belki senin yakınında da vardır belki de sen en yakınsındır. Ne yazık o hayatlara ki sanki bir robotistanda ömür sürer gibi geçer gider ömürleri. Onlara günleri seneler sürer. Neyi niye yaptığını bilmeden, sırf birilerine cici görünmek için kaldıramayacağı yükler altına girer. Halbuki yaptığı işin bir anlamı olduğuna inansa her yükü kaldırabilir. Aksi hali rüzgarı kovalamaktan başka bir şey değildir. O kovalamaca da kendini unutur, en kötüsü de kendine küser. Şu dünyada ne kadar fenalık varsa kendiyle barışık olmayan o küskünlerden gelir. Aslında onların istedikleri başka bir şeydir ama çok şey değil. Beklentileri, hayalleri çok başka diyarlardadır. Özgürlüğe kavuşmak isteyen kuşları kafese kapatmak gibi onların hayatı. Ama o dillere destan toplumsal dayatmamız nice hayatları savurur da yok eder. Nice bülbülleri küstürür de yuvalarında da, bir hoş sedaya hasret bırakır. Sonuçta istenmeyen işler, sevilmeyen eşler, mutsuz aileler, huzursuz bebekler, sorunlu tipler ve kangren olmuşcasına birbirine bağlı hayatlar çıkar önümüze. İşte onlar ki geceden mutluluk bulamazlar çünkü, yalnız özlemi gündüzde kalanlar geceden korkarlar. 
           Hangi kapının ardından ne çıkacağını bilmeden yaşıyorken bırakın geceleri huzurlu olmak sizin payınıza düşsün. Bunun için çabalayın biraz da. Başkalarının arzularını bertaraf edin birazcık, kendiniz için yaşayın n'olur. Çünkü senin arzuladığın dünya gerçek, o dünya var, hayallerine saklama onu. Bırak insanların ne düşündüğünü. Onların ki gereksiz eleştiri gizli hayranlık çelişkisi içindeler. Sen doğru olduğuna inandığı şeyi yaptığın sürece her şey yoluna girecektir. Neyi niye yaptığını bildiğin sürece sorulacak her soruya verecek bir cevabın illaki olacaktır. Her şey her zaman yolunda gitmez. Bazı sorunlar elbet olacaktır. Zaten olmasaydı ne tadı kalırdı yaşamanın? 
       Denizleri sevdiren dalgadır, yakamoza o heybetini veren yine o köpükten sulardır. Böyle anlarda çare ya da bahane bulmak sana kalmış ama artık kaçırma zamanı, hakkını ver şu yaşamanın. Ne yaşayacaksan kendi isteğinle yaşa. Acısıyla tatlısıyla benim diyebileceğin bir hayatın olsun. Ama son bir şey, seçtiğin hayatın senin olduğuna emin olmak adına son bir soru daha:
       Mutlu olmak için yaşıyorsun ya (kim istemez zaten mutlu olmayı) ama sen, mutsuzluğa da var mısın?
               
           
                
           
            

23 Ağustos 2014 Cumartesi

Kahramanım Ol

        Romantik bir neslin çocuğu olarak sahnede yerimizi almamızla başladı her şey. Canım ülkem de her an yepyeni şeyler olurken bizler yetişemediğimiz yerde bir yetişen aradık. Eksik yanlarımızı farkettik önce. Sonra onları bertaraf eden birilerine sığındık. Kahramanlar bulduk kendimize. Daha minnacıkken masum birer kahramanlarımız vardı hepimizin. Büyülenmiş gibi çizgi film izlerken, hep o kahramanlarla büyüttük kendimizi, hayallerimizi. Ele avuca sığmayan çocuk bile idolü olduğundan sakince oturup izledi onları. Erkek çocukları daha deli doluydu. Büyüdükçe "güç bende artık" sloganını felsefeleştirselerde izlenilen hep aynıydı. Daha sakin olanımız, içine kapanığımız bile bir şeyler buldu kendinden. Özdeşleştirdiğimiz kahramanlarımız hayallerimizde can bulurdru yeniden. Kötülere düşman iyilere dost diyebileceğimiz onlarca süper kahramanı vardı hepimizin. Bazen sempatik kötü kahramanlara da göz kırpmadık değil. Büyüdükçe bazılarımız kucak açtı onlara ama bizler yine de o kahramanlarla büyüdük işte. 
        Büyüdükçe değişti bazı şeyler önce,kademe kademe olarak ,kahramanların ismi değişti. Kızların hep babaları oldu kahraman erkeklerin de süper güçlü oldığuna inandığı anneleri. Yer değişti bazen ama anne-baba değişmeyen kahramanlar oldu hep. Hala gücünden bir şey kaybetmemiş ardımızca duran kahramanlar. Sonra büyümeye devam ettik biz. Yepyeni dünyalar keşfettik, her keşifte yepyeni insanları aldık yanımıza. Yepyeni olaylar yaşadık birlikte. Böylece kahraman tanım aralığımız genişledi. 24 saat bayrak için, vatan için nöbet bekleyen, dağda ovada çakallarla uğraşıp, o bayrak için can veren nice kahramanlar tanıdı bu millet. Şanlı tarihinden süregelen bir geleneği devam ettiren, ecdadın yüzünü yere eğmeyen binlerce yiğidi bağrına bastı. Kahraman dedikçe akla onlarca şey gelmeye başladı sonra ücra bir köşede öğretme aşkıyla yanan bir öğretmen kahraman oldu önce. Kanser öğrencisi için saçını kazıtan bir öğretmen tanıdık mesela. Ve binlerce koca yürek yine binlerce minik yüreği heyecanlandırdı okul sıralarında. Mekan sınırlamasını kaldırdığında bi onlarcası daha bağırdı bizde burdayız diye. Ülkenin her bir köşesinde adı bilinmeyen onlarca kahraman öğretmenler tanıdık bu sayede. Sonra doktorlar geldi akla. Yaraları saran, ağız tadını sağlayan nice şifalı doktorlar geldi,  ama önce gülümseyen doktorlar. Sonra bir hastaya şefkatle su veren hemşire, kimsesizler yurdundaki sevgi dolu çalışanlar, huzurevlerindeki sabırlı insanlar, günaydınla hayatları değişten koca koca adamlar, fakiri gözeten zenginler, canla başla evladın peşinde koşturan anneler, doğum sancısıyla başbaşa kalmış, 9 ay gel de gözümün nuru ol diye beklemiş o eli öpülesi anneler, bir de babalar. Evin direği, kaç parçaya bölünmüş bütün ailenin yükü omzunda, helal lokma peşinde yüreği yufka görünüşü dağ gibi koskoca yürekli babalar. Ahh o babalar! Yerin binlerce metre altında kömür karadı elleriyle tertemiz babalar, orda can veren kahraman babalar! 100 gün oldu bugün. 100 gündür evde bekeleyenin değil hepimizin ciğerini yakan babalar! Bu yılın en kahramanı aslında onlar..
      Acıyla yoğrulduğumuzdan mı bilmem bir anda açıldı dimağın kilidi. Kahramanlar listesinin ardı arkası kesilmedi. Mühendisler geldi akla ama Gölcükteki, vandaki gibi değil. Kumdan evlerde yiten canları kurtarmak için gelen yardımseverlere kahraman denir onlara değil. En acı zamanlarda imdada yetişene, Betonlar arasındaki  "sesimi duyan var mı" fısıltısına karşılık verene denir. Sonra ne biliyim adaleti sağlayana kahraman denir. Suçsuz bir insanı ipten alana, adaleti geciktermeyip tez verene denir. Ani bir manevrayla onlarca yolcunun canını kurtaran şoföre, İlk yardım yapana, darda kalana koşana denir. Böyle böyle söylerken farkettik ki işin tılsımı meslekte değil. İnsana yararlı olan, insanın değerini bilene kahraman denirmiş. Şu kısacık hayatta olmaz denilen o kadar şeyi yaşadık ki aciz kalındığında tekme yerine el uzatanı benimsedik hep. Kahramanlarımızı onlardan seçtik. Küçük bir çocuk masumiyetinde ve aynı çocuğun teslimiyetiyle sevdik onları. Duygusal bir milletiz biz bakmayın öyle beylik laflara, astık kestik tavırlara. Sevmeyi bu kadar belalaştıran başka bir millet gördünüz mü hayatınızda? Sırf bu yüzden bile aksine inanmak olmaz. Sevmeyi bu kadar seven birinin zor anında, hayatında, hayalinde birilerini kahraman olarak ithaf edip onu yaşatması çokta abes kaçmaz. Çünkü biz en sevdiğimizi kahraman yaptık kendimize. Bu 7 yaşındayken de böyleydi 70inde de. Hala "kahramanıım" diye tonladığımda aklınıza kalbinizin ritmini değiştiren birileri geliyprsa işte bu sevmeden. Sevgiyi bilmesek de, sevmeyi biliyoruz. Adını koyamadığımız duyguların esiri olmuşken bari bırakın kahramanlarınız cesurca dolaşsın. Hayattan bezen bu kadar insan varken hala bırakın güvendiğiniz birileri hep yanınızda kalsın. Çünkü bu uol çok meşakkatli. Tökezlediğinizde birinin belinizden tutmasını istediğiniz gibi düştüğünüzde gözleriniz hadi kalk diyen birilerini arayacaktır. Hala vaktiniz varken bırakın da birileri kahramanınız olsun. izin verin birileri hep hayatınızda olsun. Ya da siz. Birilerinin hayatına değen sihirli eller olmak için hiç geç değil bilesiniz.

NOT: Sevmek, sevdiğini söylemek ota kuşa böceğe dağa taşa ormana ama en özeli insana, sevgisini göstermek en önemli kahramanlık belirtisidir. 
     İlgililere duyurulur... 

16 Ağustos 2014 Cumartesi

Monolog

Uzun zamandır şu konuşmayı yapmamak için kendimden kaçıyorum diyorsanız eğer buyrun beraber yakalanalım en acımasız sorguya.
Hayatımdaki insanlarla birlikle kendimi çıkarıp koyuyorum ortaya. Bütün ciciliklerinizi sıyırıyorum. Tanıdığım halinizle, asla tanımadığım sizi karşı karşıya getiriyorum. Yaşanılanı yaşanmışlıkları ne varsa hepsini düşünüyorum teker teker. Ne kadar yakındık? Acaba yakın mıydık? Göstermelik ilişkiler miydi paçamıza yapışan ya da gerçekten dost muyduk birbirimizle? Sen yanındakiyle ne kadar yakınsın mesela? Nelerini biliyorsun onun? Sorsalar söyleyebilir misin özelliklerini? Yahu illa birini tanımak için saatlerce zaman mı gerekli? Ben bir bakışından anlarım bana göre olup olmadığını. Bir sözünden, tavrından, halinden hareketinden. Boynuna taktığı kolyeden bile yorum yapabilirim önyargısız. Kimseyi yargılamak benim haddime düşmezken karşımda kimleri kimleri ekip biçen insanlar oldu. Sahi ne çok insan oldu hayatımızda. Ne çok hayatlar temas etti birbirine. Ne çok kişi tanıdık sayende diyorsan sende birilerine, etrafında onca kalabalık varken içini ferahlatacak tek bir kelime duyamıyorsan birinden, çak bi kibrik at o kalabalığın üstüne. Kuru kalabalığın gönül yorduğu durumlara fazlasıyla aşina birinden bu tavsiye. Sende bana desene, seni bu kadar emin kılan şey ne diye. Emin olduğum falan yok. Sorgulamaya başladığım anlardan korkarım hep gecenin bir vakti aklım isyan konuşması yapıyorsa sana, inan hiçbir şeyden emin değilim ben. Tanıdığım onca insanın muhteşem değişimini şaşkınlıkla izliyorum. Bazen hayret ederek bazen gıpta ederek. Bazen mis kokulu bi bahçeyi koklar gibi bazen mide bulandırıcı bi görüntüyü hazmeder gibi. Herkese kendini iyi hissettirmeyi düşlerken, gözümü en mutluya dikmişken insanların beni benle sorgulattığı an gelmişse tehlike ufak ufak sızıyor demek içimizde bir yerlerden. Sizde içinizden, bende yeter diye bağırıyorum da duyan yok feryadımı diyorsanız geriye kalan cümleler sizin olsun. İçinizden geldiği gibi devam ettirin yazıyı. Bağırıp çağırasınız mı var buyrun. Boşverlerinizi yetere, suskunluklarınız çıplığa, görmezden geldiklerinizi göz önüne sermek istiyorsanız da buyrun. Buyrun bu kapı bugün ardına kadar açık. Vefasızlığaysa öfkeniz buyrun kusun içinizdekileri. Kullanılmışlığa, sahtekarlığa, riyakarlığa, samimiyetsizliğeyse önden buyrun. Ahlak danışmanı gibi davranırken en büyük ahlaksızlığaysa şikayetiniz beni de ekleyin yanınıza. ince düşünmek diye birinin kıçından uydurduğu, aslında olması gereken bir şeyi lutufmuş gibi gösterenlerin hepsine kocaman bir itiraz gelsin bu gece. Hayatınızda kimseye söylemeye cesaret edemediğiniz şeyleri buyrun haykırın burdan. Zaten siz sustuğunuz için oluyor bütün bunlar. Hadii ne bekliyorsunuz! Ayıp olmasın diye yuttuğunuz bütün sözcükleri özgürlüğüne kavuşturun. Çıkın artık şu "aman Ali Rıza Bey tadımız kaçmasın" tiradından. Doğaçlama yaşamayı unuttuğumuzdan beri sahte hayatları sahte kişilerle, bizim olmayan repliklerle yaşıyoruz. Karakterliliğin adını pek de modern olan şeylerle anıp kirletiyoruz. Sizi bilmem de ben gerçekten yoruldum. Kendimle sizin için kavga etmekten yoruldum. 
Ben tanımadığım yakınlarımdan yoruldum
Uğraşıp didinirken samimiyet belirtisi aramaktan yoruldum
Aklıma geldiğinde kalbini kırmıyım diye çenemi kasmaktan, sonra kendi gönlümü yıkmaktan gerçekten yoruldum
O yüzden hayatlarınız sizin olsun. Hani derler ya bahaneler sudandı aramız nehirlerde boğuldu diye bu da öyle bi hesaplaşma işte..

Hadi gözlerimizi kapatalım birlikte açtığımızda hepsi bi rüya olsun. Dönüp sırtımızı yön değiştirdiğimizde düzelsin her şey. Gündüzü şen şakrak karşılayalım birlikte ve yazdığımız saydığımız sövdüğümüz her şey koca bir boşluk olsun. Hiç yaşanmamış olsun. Her şey gönlümüzce, herkes keyfimizce olsun. İsteklerimiz gerçekleşmiş, beklentilerimiz karşılanmış arkadaşlıklarımız daim dostluklarımız bahtiyar olsun. yıkılmış hayaller, kırılan kalpler, kursakta kalmış hevesler hepsi bi balonun içine dolsun ve gökyüzüne doğru uçsun. Herkes yerinde mutlu mesut olsun...

NOT:
Masallar çocuklar içindir ve en çok o masumiyetleri hakeder..
Ha bir de kimseyi yastığınızın bir köşesini ıslatacak kadar çok dert etmeyin.

1 Ağustos 2014 Cuma

yine yeni yeniden

         "Abbblaaaaammmm" 
        Biliyorum bunu benden duymaya alışık değilsin ya da herhangi birinden. Zaten bunu da kimse onun gibi söyleyemez, tonlama meselesi. Ben özendiğimden değil de sadece böyle hissettiğimden kocaman bir ablam çektim bugün sana zılgıt çeker gibi(gerçi onu daha görmedin ama yakındır). Az önce farkettim ki kendi aramızda bir aile oluşturup seni de evin küçük kızı ilan etmişiz. Gelen mesajlarda, konuşmalarda, ses kayıtlarında, fotoğraflarda, anılarda hatırladığım yegane şey "ya yeriiim ben onuuu" ruh hali olmuş. Daha 5 dk önce bize Ayvalık'tan dalga sesleriyle hatırlattın kendini. Böyle aklıma gelip tebessüm ettirdiğin anda da kalkıp oturdum bilgisayarın başına. Bundan sonra söyleyeceklerim için sorumluluk almadığım gibi okurken kendinden geçmeden önce uyarmam gerektiğini vurgulamak isterim. Yeterince garantici bir girizgah yaptıysam asıl konuya girebilirim sanırım:)
        Eveeet Zeynep Hanııım seninle bu yıl tanıştık ve iyi ki de tanışmışız ha ne dersin. İlk göz göze geldiğimiz anın ben uyuyorken olması sence de manidar değil mi? Bence Cansu'yla beni o an sevmiş olman gerekir. Çünkü uyku senin için her şeydir. Biz sana uyuyan güzel desek de sen yine de bu sıfatı çok sevme derim. Üstüne yapışacak ve bir an o kadar manasız bir yerde uyuyacaksın diye o kadar çok korkuyorum ki. Benim için diyorsan hiç problem değil biliyorsun ki masamın sağ köşesini bile sana tahsis ettim. İnsanlar uyumak için kaz tüyü yastıklar, ortopedik yataklar ararken senin "her zaman her yerde uykuu" sloganın ve bunu bilfiil yapıyor olman kesinlikle muazzam bir şey. Her insana nasip olmayacak rahatlığı kendin oluşturup sonra mışıl mışıl uyuduğun her zeminde, elimde telefon, fotoğrafını çekmek için bekliyor olacağımdan hiç şüphen olmasın. 
        Şimdi okuyanlar uykuda mı arkadaş oldunuz siz nerden bu diyalog diyebilir hemen ona bir açıklık getirelim. Ayık olduğu zamanlarda çok keyifli bir insandır kendisi. Son zamanlarda "hadi" deyip 5 dakikada dışarı çıkabilmeme ayak uyduran ya da markete diye çıkıp küçük bir Bahçeli turu yaptığım nadir insanlardan. Ve her defasında bizi dışarıda yakalayan Narin Teyze'me de kucak dolusu sevgiler:) Odamızın en küçük üyesi olabilir ama bu kocaman kalpli olduğu gerçeğini de değiştirmiyor. Sıkıntılı anlarda, stres altında ondan duyacağınız bir "amaaan" sizi rahatlatabilir. Ama ibreyi kendine çevrince işler değişiyor. Hayatımda onlarca ağlamaya şahit oldum belki ama hiçbiri bu kadar komik değildi. Nil ya da Göksel'in depresyon kıvamı şarkıları eşliğinde ekler pastayı hapır hupur yerken bir anda ağlamaya durmuş bir kız düşünün. Ya o an onu ağlatanı bulup ağzını burnunu kırasınız geliyor gerçekten.(elim belime gitti, refleks işte) Hemen ardından telkinlerinizi dinleyip bir kendine gelişi var ki o da takdire şayan. Ağlaması da kızması da sevinci de heyecanı da yenilesi bir kız işte. Vaktinizi keyifli geçirebileceğiniz insanlardan yani. Ama bunu yapabilmek için onu yatağından, filmlerinden, kitaplarından ve kahveli bardağından ayırmak için ikna edici olmanız lazım. Film kitap demişken zevklerimiz ortak ve söylediğim her şeyin hakkını veren bir izleyici, okuyucu vs. Bu yüzden benim için keyifli yanı daha da fazla. Sanırım biz edebiyatçılar böyleyiz, ha Zeynep ne dersin( o kitapları okutup filmleri izletiyorsun sonra beni tribe sokuyorsun diye içinden söylenme, duyuyorum) 
           Efeeendiim işte böyle. Bizde bi laf vardır. sevgi kaynadı kaynadı taştı diye. İşte bu da kaynama noktalarımdan biriydi. Şimdilik burda virgül koyuyorum zira anlatılası şeyler çok fazla ve ben hiçbirini es geçmek istemiyorum.(bulaşıklar, alışverişler, yürüyüşler, yemek yiyişler, kahve içişler, sayışlar, sövüşler, arûzlar, kalıplar, osmanlıca metinler, derbiler, Aşti'de heyacanlı saatler, metrodaki şiveler, piknikler, geziler ne biliyim işte bize dair şu koskoca yılda yaşanmış her şeyler.. bunların hepsini yer yer hatırlayıp hep beraber gülelim olmaz mı diyeceğim ama sen zaten şu an şen kahkahalarını savuruyorsundur. Aman hiç eksilmesin yüzünden o gülüşler çünkü gözler bir yana sana en çok onlar yakışıyor. Ha bu arada Melis Birkan'da kimmiş pööff

                                          
                                                               ZEYNEP Bİ' SUS YA!!


                Hadi kaçtım ben ama senin gibi gittim deyip yüz kere odaya döndüğün gibi değil bildiğin kaçtım:))
             
                Kocaman öpüyorr... Vazgeçtim dur öpmüyorum bak yine aklıma geldi-_-
                Ben gidiyorum ya!!