31 Ağustos 2017 Perşembe

Ey Cemaat-i Müslimin!


Ey cemaat-i Müslimin!!
Kurban bayramınız mübarek o'la
Doyasıya et ye diye lütfedilmedi sana, yiyemeyenleri hatırlayalım diye de var, unutma. 
Mesele kan akıtmak değil, maksat kibrimiz kesilsin.
Hayvana eziyet de değildir kurban, yeter artık bağırıp çağırma.
Tevhid kurban, teslimiyet. 
"Oku" ve anla!

Evini dip bucak temizledin ya ruhunun da bayram temizliğini yap, bak ne güzel fırsat😌
Olabildiğin en naif insan ol bugün. 
Hor görme, aşağılama
Üzme kimseyi, kırma.
Tek üzüntümüz akşam haberlerindeki acemi kasaplar, kaçan danasına yanan insanlar olsun.
Hasret dindirenler, yaşlı gönülleri şenlendirenlerin bayramı olsun.
Affetmek haddimize değil de işte, gönül duvarını yıkanların; bir selamla nice gönül bağı kuranların olsun.

Çocukluğunu hatırla, çocukları unutma!

üçe kadar sayıyorum diye tehdit edip, araya iki buçuğu sıkıştıran vicdanlı çocuklardık biz.
Dünya mazluma üç maymunu oynarken o çocukları saklandıkları yerden çıkarma vakti. Hem de hemen, şimdi!

Hadi çocuklar!
Şimdi dünyayı kurtaracak ne kadar iyilik, güzellik varsa bulma zamanı. çekmecelerde sakanan ne kadar hoş şeyler varsa çıkarın serin ortaya!
üçe kadar sayıyoruum

Biiiiiirr
İkiiiiiiii
İkiiii buçuuuukkk
İkii yetmiş beeeeşşşşş

Haydi bayramımız bayram gibi olsun🎉

NOT: bu bayram da birinin yüzündeki tebessümün sebebi olmayı unutmayın.






   

5 Ağustos 2017 Cumartesi

Başkası Olma Kendin Ol, Böyle Çok Daha Güzelsin

Sanki manzarası güzel bir yer varmış da bütün insanlık aynı noktadan poz veriyormuş gibi. Nereye dönsek aynı dokularla çarpışıyoruz. Bütün insanlığın zevki aynı. Ne tesadüf(!) Herkesin ağzında aynı yakarış, aynı haykırış. Düşünceler duygular "retweetle"den ibaret (yabancı kelimeye isimden fiil eki getirme fikrini de üşenmeyip ayakta alkışlıyorum) Hayaller kopyala yapıştır. Hayal deyince de öyle pembe tadında hayaller de yok artık ha yanlış anlaşılmasın. Gösterişli, uçan kapılı, yetmiş beş odalı filan. Ufak mutlulukları kim aldıysa çıkarsın çabuk ortaya! 
Yetti be! Günümüz dizi sahnelerini yaşama adapte etmeye çalışan kim varsa bir dursun artık. Benim gözüm yoruldu sizi takip ederken; siz gördüğünüz her türe sulanmaktan yorulmadınız mı? Müthiş bir gösteriş merakı, herkes bilsin isteği. Önceden beslenme çantalarına muz konmazdı. Alan var alamayan var, görür de canı çeker bir şey olur diye. Şimdi maşallah bütün sosyal medyaların hikaye kısımları yenen(!) yemeklerle dolu. Savunma da şöyle "banane abi onlarda alsın yesin" ... "Ya alamıyorsa"? Birileri içimizdeki "ince düşünme" vidasını sökmüş biliyorum. Getirsin koysun yerine, kızmayacağım.
Kendi halimizden çok memnunmuşuz gibi çocukları da aynı yere sürüklüyoruz. Çocukların çamur ve kir içinde kaldığı, etrafı dağıtarak eğlendiği, sıkıldığı dünyaya ne oldu? Çocuklarımızı çok sevdiğimiz için mi onlara bu kadar yüklü programlar yapıp sürekli meşgul ve stresli olmalarına sebep oluyoruz? Tıpkı kendimiz gibi mi yapmaya çalışıyoruz onları da? Her şey tamam da şu telefonların lensini onlardan uzak tutsak bari. Kabul, günün üçte ikisini o lense bakarak geçiriyoruz ama çocuklara dünya gözüyle baksak ya. Şimdi nereye gitsem çocuğun peşinden radar makinesi gibi dolaşan anneler görüyorum. Bir yanında altın varmış da bulunca ötecekmiş gibi. Kamerayı çocukların ağzının içine soktuğumuz gün rahatlayacağız sanırım. Ya hiç mi hatıra kalmasın diye kızanlarınız var, duyuyorum. Hatıra kalsın tabii. Dozunda yapılan bütün eylemlere ben de varım. Ama doz aşımı olunca hatıra olmuyor ki. Elmayı (reklam yok) görünce sen zannedip anneecim gel diye bağıran işlem öncesi çocuklar türüyor. Gözlerle anlaşma kısmını lenslerle(teknolojik olan) anlaşma diye anlayanlar var, durum onlara hemen izah edilmeli.
Söyleyemediklerimizi de içimize ata ata çatlayacağız be adam! Çekinme hadi hadi söyle kurtul bundan aman dur o şarkıydı. Anacım şarkılar bile aynı. Aynı ritme beş farklı sözünü üçlü kombinasyonla yazıyorlar paketi de bilinen bir isme yaptırıp piyasaya sunuyorlar. Oluyor sana "bu yazın hiti". İyi de ben yaza şarkı istemiyorum, onun için dinlemiyorum ki. Önceden sen bana yazardın. Diğeri mahalledeki ablaya yazardı. O abla aşkını bir sır gibi senelerce saklardı. İnsanlar izlenirdi, hayatları süzülürdü. Gerçek olan duygulardı yazılan. Sana dokunduğu için, kanlı canlı her birimizin hayatına değen insanları anlattığı için hala eskimedi. "Keskin Bıçak" mesela. Şarkıya girdikleri ilk notadan itibaren delip geçiyor ciğerini. Çünkü duygu gerçek. Ne senden öncesi ne senden sonrası dediğinde Sezen, gelmişi geçmişi ateşe veriyorsun. Ve daha milyonlarca şarkıda durum böyle. Şimdikiler bilse yaza değil bize eşlik ediyor o şarkılar. Bilse keşke o neslin çocukları yaşadıkları olayları süslüyor o şarkılarla. Aşklarını, üzüntülerini, kırgınlıklarını, öfkelerini, neşelerini hep o şarkıyla besliyorlar. Bilselerdi ben de sınıfa girdiğimde "o sen olsan bari" türevi şarkılara maruz kalmazdım. Gözünü seviyim o sen olma!
Dikkatli bakın, şarkıların efsane olduğu dönemin çocukları bu gerçekliği dinlediğinden azıcık nağmelidir. Şarkılarda yaşar. Sever söylemesini. Tarağı alıp ayna karşısında konser veren nesilden bahsediyoruz, lütfen. Deodorant şişeleri sadece koku gidermez aynı zamanda güçlü bir efkar gidericidir. Şimdi hepimiz koca koca kulaklıkların arkasına gizlediğimiz dünyamızda içimize içimize söylüyoruz. Şiştik! Halbuki biz şarkı söylediğimizde eşlik edilmesini severdik. O duyguyu paylaşmaktan hoşlanırdık. Arada bir "öf ulen öf" der, iç geçirirdik birlikte. Şimdilerde bunu desek "yha napıosunn??" gibi bir tepki mi alırız, elalem ne der süzgecine mi takılırız bilmem.
Sorunun kaynağı sanırım "olmak" ile "yapmak" arasında. Biz istenileni mi yapacağız, kendimiz mi olacağız? Denklemi çözen yukarıda mızmızlandığımız ne varsa hepsine tıkayabilir kulağını. Çünkü o zaten uzunları yakmış kendi yolunda aydınlık aydınlık gidiyordur. Onun ritminin kontrolü kalbindedir.
Peki ya sen? Senin ritmini kim çalıyor?

Not: