15 Aralık 2019 Pazar

Çizgi Film Günlükleri

Çocukluğunun bir dönemi 90’lara denk gelmiş olanlar!
Haydi kurulalım koltuğa çünkü birazdan çizgi filmimiz başlar.
💃🏽💃🏽💃🏽💃🏽💃🏽
Sahi ne çok severdim çizgi film izlemeyi. 
Ölümüne izlerdim. Arabesk bir tavırla yazmıyorum ya baya çizgi film izlerken ölüyordum. Kabasakal, Temel Reis’i tam yakalayacakken yuttum ben, o zaman ki 25 bin lirayı(şu anki 1 lira büyüklüğünde)
{Zilli Safinaz’a kızıyordum muhtemelen o arada yutuvermişim işte.}
Öyle bir heyecan, öyle bir kendini kaptırış. Şu aralar neye bu kadar heyecanlanıyorum bilmiyorum.
Ama o zamanlar ne güzel hissedermişiz. Ne güzel hayal kurarmışız birlikte. Çünkü çocukluğumuzun en sadık arkadaşlarıydı onlar. Size de sordum ya hani, bir sürü cevap geldi. O an anladım, yalnız değilmişiz😇
Sevimli hayalet casper, heidi, jet giller, tom ve jerry, çakmaktaş ailesi, şirin baba ve tayfası, telatabilerin dansı ...
ohoo bir sürü arkadaşımız varmış bizim.
Hepsinden bir şeyler öğrendik.
Mesela teknolojiye “aa aa adamlar neler yapmış” diyorsunuz ya, işte biz demiyoruz. 
Yıl olmuş 2020 hala jetgillerdeki teknoloji gelmedi.
Çocukken öcü gelir bak derlerdi biz korkmazdık çünkü bizim bildiğimiz hayalet casper’dı. Çocuğun içine cin kaçmış demeyeceklerini bilsem “gelsene gelsene” diye el çırparak çağırırdım o “öcüyü”
Aklımızdan çıkmayan bir sürü yaramazlık var, jerry sağ olsun hepsini öğretti. Büyüyünce Tom’a hak verirsiniz diyorlardı.
Genelde evet Tom’a hak verir olmuşuz, ben hariç. Ama benim de derdim kedilerle.
Özgür kız hayallerimiz kalmış kıyıda köşede.
Büyürken unutmuşuz sanki çoğumuz onu hatırlamış heıdi’yle.
Bütün olumsuz durumlara, insanlara; soğuk, suratsız, samimiyetsiz ifadelere rağmen gülebilen canlılardık çocukken. Şeker kız Candy’den öğrendik sanırım bunu da.(şu aralar unutsak da)
Çakmaktaş görseli bile neşelendirdi bak bizi.  odadan odaya geçerken “ bam bam, bam bam çekiiil yolumdaan” diye şarkı söylüyorken buldum kendimi.
Sahi aceleniz varken kalabalığı yarmak için bip biiiip diye bağıranınız da var mı? Sanki bu bana Ağaç kakan woody’den miras kalmış gibi de ondan soruyorum🧐
havuç yerken Bugs Bunny’yi hatırlayan peki?
Katır kütür sesi hala kulağımda.
Ayı yogili salıncağa binmek için saatlerce sıra bekleyen?
402 no’lu sınıfa denk geldiniz mi hiç?
Andy’nin nesii var ee nndiiniiin nesii var şarkısı eski rap parçalarından biliyor musun, dinledin mi hiç?😎
Gizemli işler çevirdiğinde pembe panter müziği çalıyor mu zihninde?
Ve daha binlerce sahne!
Bir sürü kahraman, bir sürü hikaye, rengarenk dünya, naif müzikler eşliğinde hepsi aklımda.
bir sürü izi kalmış ben de. 
mesela ben hayal kurarken başımı hafif havaya kaldırıp gözlerimi kapatıyorum.
Snoopy gibi kulübenin çatısına uzanamıyorum belki ama onun gibi yıldızlarla konuşabiliyorum.
Çoğumuz gibi.
Aslına bakarsanız zamane çocukları bir dönem aynı dadının elinde büyümüşüz sanki.
Birbirini hiç tanımayan bu insanların aynı duygularda buluşması, aynı melodiyi hatırlaması, farklı zamanlarda farklı anıları aynı karakterlerle yaşaması;
Sihirli bir şey.
Hayali ama renkli bir sürü kahraman.
Çocukluğumuzun yaldızlı etiketleri onlar.
Aslında bir yerde bizi birbirimize bağlıyorlar.
Biz büyüdükçe gökkuşağı yapmak yerine birbirimizi boyamaya başladık. 
Delilik!
Halbuki hiçbirimiz boyama kitabı değiliz.
Sadece renklerimiz var bizim. 
Her birimizin ayrı ayrı renkleri var. 
Tıpkı çizgi film kahramanları gibi.
Rengarenk, bir arada ve hayalî💭💭

21 Ekim 2019 Pazartesi

Başarabilirsin!

Başarıya giden yolda herkes cam kenarı olsun istiyor. 
Zahmet çekilmesin, uğraşılmasın. Bir parmak şıklatmayla olacak kadar hızlı olsun mümkünse. Garsondan su ister gibi.
O bile söyledikten kaç dakika sonra getiriyor bir bardak suyu; sen bu başarıyı bu kadar hafife almasan mı?
Hele bir dur bakalım.
Yola bir hazırlan. Alınacaklar, yapılacaklar listen olsun.
Bavulunu kapattığında "aa şunu da koysaydım" deme. 
Hele bir çık yola.
Bir düzlükte başla. 
Sonra rampalar başlasın ama unutma düz yolda manzaranın tadına varamazsın.
Güzel manzaralar hep yüksek, hep uçurumun kenarı.
Sonra tekrar düzlüğe çıkarsın. 
Tam "oh gözü kapalı bile giderim" dediğin yolda bir çukura düş, belki çamura saplanacaksın.
Oradan da yine kendi çabanla çıkacaksın.
Yağmuru var, karı var bunun. Buzlanması var. 
Haydi güneş açtı, oh rahatladığım dediğinde o güneşin batışının gözüne gözüne gelen ışınları var.
Yolculuk bu.
Başına gelebilecek onlarca ihtimalle kaplı.
Ama bu ihtimallerden sinip yola çıkmazsan  gidemediğin o yer sana hep gurbet.
Oturduğum yerden çayımı, kahvemi höpürdeterek başarı bana gelsin deme.
Sen bekleyemezsin, o da gelmez zaten.

Ama yola koyulursan tedbirini alıp, Allah da selametini verirse her bir adımın hedefe yakın.
Hele bir çık sen yola
Bakalım.
Başarısızlıktan korkma
Hiç denememek mi?Bak bu korkunç işte.
Olmayacak ile olmadı arasında alın teri var gör bunu.
Dene, çabala.
Belki kapılar yüzüne kapanacak, olabilir hayat bu.
Tekrar dene.
Sonuçta o bir kapı ve sen nasıl çalıştığını biliyorsun.
Hayat senin ve dümene kendin geçmelisin.
Yapabilirim dediğinde binlerce sinir hücresi emrine amade, komutunu bekliyor oluyor.
Sanal sinyallerle uyuşturma onları. 
Sorumluluk alırsan başarı gelir,unutma!
Ki sorumsuzların bakteri gibi türediği bir dönemde sorumluluk almak görebileceğin en cesur davranışlardan biridir.
Haydi, korkmadan çık sahneye.
Bize cesaret ne, azim ne başarı nasıl geliyor göster.
Biz gönülden inanıyoruz.
Başarabilirsin!

5 Ekim 2019 Cumartesi

Başka Ülkede Yaşayamam

Vallahi başka ülkede yaşayamam.
Az önce kim milyoner olmak isterde bir tıp öğrencisi olan Arda milyonluk soruyu doğru cevapladı.
Alllaaaahh! Ülkede bir bayram havası.
Resmen “as bayrakları as as as”
Yine tebessüm yerleştirdi yüzüme güzel ülkemin güzel insanı.
Bakmayın siz, iyi insanların sayıları çok. Bazı çığırtkanların sesi fazla çıkıyor ondan duyamıyoruz.
Ama şahsına münhasır bir topluluğuz.
Allah’ın lütfu resmen, dünya dediğin kısacık bir ömür sıkılmayalım diye de bu kimlikle doğmuşuz gibi.
Değişik bir coğrafya
Her an her şey olabilir.
5 dakika da bütün işler değişebilir.
Hayatta olmaz dediğiniz şey rutininiz halinize gelebilir.
Yok artık ile başlayan cümleleri arka arkaya kurabilirsiniz.
Ağzınız açık bakakalacağınız onca olay, yumruğunuzu sıkarak kaskatı kalacağınız bir sürü an yaşayabilirsiniz.
Dünya milletlerince anlamlandırılamayan onca ritüel sizin hayatınızın merkezinde olabilir.
İnsanlarımız tür türdür.
Mevzumuz bitmez.
Alayına atarlıyızdır, alayına isyan!
Ağlanacak halimize güleriz,
Çok güldüğümüzde aha başımıza bir iş gelecek der kendimizi ağlatmaya hevesleniriz.
Bir bakarsınız gırtlak gırtlağa dalaşırız, bir bakarsınız can ciğer kuzu sarmayız.
Kendi içimizde ne olursa olsun dışardan bir tehdit algılayınca omuz omuzayız.
Hayır o kenetlenme süresi nasıl bu kadar hızlı değişir hele onu hiç anlamayız.
Ama rahat batar bize, o zaman işte birbirimize sararız.
Olmadık işlere imza atar, olmadık başarılara adımızı yazdırırız.
Takımımız gol atar apartmanı yıkarız.
Gol yer kumandayı duvara fırlatırız.
Bir çocuk bir yarışma kazanır evlerimizden bağrımıza basarız.
Yolda durup tarif sorsak yarım saat oyalanırız.
Selam versek borçlu çıkarız.
Bir şeye taktık mı takarız.
Allah muhafaza çözene kadar arıza çıkarız.
Sevmesini de sövmesini de dibine kadar biliriz.
Hatta bu konuda gayet de yaratıcıyız.
İnsana dair ne kadar duygu varsa hepsini zirvede yaşarız.
Anlamadım ki biz ne çeşit insanlarız.
Biri de çıkıp demez kardeş napıyorsunuz az sakin diye.
Tarih birbirini bu kadar çabuk gaza getiren bir milleti daha yazmamıştır emin olun.
Bakınız: Herkes sever biz delirirz.
Üç şekerli bir milletiz kabul.
Mevzumuz hiç bitmiyor hep olaylıyız kabul.
Gündemin değişme hızına yetişemiyoruz kabul.
Ama aradaki kıymıkları çıkartıp atarsak vallahi tadımızdan yenmiyor lokum gibi insanlarız.
O yüzden diyorum başka ülkede yaşayamam.
Canım ülkemin insanlarını görmeden duramam.
Bir kere sıkılırım yahu.
Arada otobüs duraklarına gidip kahverengi  iğne oyalı eşarplarıyla altın günlerinin vazgeçilmez teyzelerini buluyorum ben
Gelinlerinden, kayınvalidelerinden laf açıyorum ki aşırı tatlı tepkileri oluyor.
Ceviz içiniz nasıl diye soruyorum torunlarını.
10 dklık bekleme boşluğunda bile ne çok ders alıyorum.
Görseniz ne güzel insanlar var.
Al karşına kitap gibi oku.
Nasıl seversiniz onları âh bir bilseniz.
Sevmeniz için de görmeniz lazım.
Âh bir görseniz!
Âh bir görseniz!



21 Eylül 2019 Cumartesi

Bir Küçük Eylül Meselesi

Siz yılların adını ocakta değiştiredurun 
Niyeyse benim yılbaşım hep “eylül” gibi gelir.
Farklı bir iklimdir belki onun için böyle
Eylüller hep yeni başlangıçları getirir. Ya da biz eğitimciler için özellikle gelir.
Yeni öğrenciler, öğretmenler, yeni kitaplar, renkli defterler, kalemler, kağıt kesiği, mürekkep kokusu...
Marketlerin en güzel ayıdır çünkü raflarda hep kırtasiye malzemesi vardır . Ben severim Eylülleri. Herkesin gönlünü yapacak kadar ince fikirli. 
Yine bir eylül akşamında;
Yine bir eylül meselesi:
Yılın ortasını az geçmişken ilginç bir şekilde yeniden yola koyulmak istersin. O gücü bulabilmek için yıl boyunca yüklendiğin bütün fazlalıkları müsait bir yerde indirirsin. Bir silkelenip kendine gelirsin. 
Dikkat edersen tam da "Eylül" dediğin yerde başlıyor ayrılık. Şu bahsettiğimiz fazlalıklardan ayrılık vakti. Bir yola çıkmış da manzarasını beğenmeyip yeni bir rota çizermiş gibi. Kasette Fikret Kızılok'tan Gönül çalınır kulağına.Biraz Erkin Koray şarkıları tadında. Yeşilin, gönlünü sarıya mı turuncuya mı kaptıracağını kestiremediğin bir aralıkta. Çıtırdayan yaprak seslerine beş kala. Kışlıklarının hatrı aklına geldiği zaman işte. Yaz boyu şikayet ettiğin güneşe serenad yaparken, gideceğini bile bile. Zaten hep öyle olmaz mı? Gitmeden kadrini bileni görmedim daha.
Bir eylül akşamı gereksiz bir hüzün kaplayabilir içimizi, amaaaan diğer aylar da zil takıp oynamıyoruz ki:) 
Adlandırmaları nasıl yaparsınız bilemem.
Neyi nasıl sınıflandırırsınız hiç karışmam.
Bildiğim tek bir şey:
Zamanın sırrına eren olmadı daha. Ve her ayın hissiyatı herkese başka.
Halam dede evinden çıkarken ardımızdan su dökerdi su gibi gidip gelsinler diye.
Yazın ardından ben de onun gibi davranıyorum.
Sizi bilemem ama ben eylülü bağrıma basıyorum. Uzun yoldan geldi bir soluklansın. Bir diğer eylüle kadar yapacağı çok iş var.
Zamandan beklentimiz büyük.
Zira ne varsa geleceğe dair, ne olsun istediysek ona bıraktık. Yükümüzü sırtlandı sırf iyi şeyler olsun, güzel şeyler bulsun bizi diye
Haydi zaman, anlaşalım seninle diğer eylüle kadar!
Konuştuklarımız aramızda.
Tamam söz, ben acele etmeyeyim ama sen de koşma.

4 Ağustos 2019 Pazar

KADİM EDEBİYAT- Aşk'a dair


  Şeref vermez dür ü güher kemâl olmaz zer ü ziver
 Hüner kesb et hüner bahr-i fazîlet kân-ı irfân ol Bâkî  
                                                                                                    Bâkî  
[İnci, cevher sahibi olmak şeref vermez kişiye. Altın ve süs olgunluk getirmez. Hüner sahibi olmaya bak. Fazilet denizi ve irfan madeni ol.]
Her öğretmen şu soruyla karşı karşıya kalmıştır. Hocam bunları öğrenmek bize ne kazandırır? Edebiyat öğretmeni için verilebilecek en güzel cevabı üniversite yıllarımda duymuştum. “Edebiyat size şahsiyet kazandırır.” Tıpkı yıllar önce Şairler Sultanı’nın dediği gibi.
        Malumunuz edebiyat konuları derya deniz. Hayatın yansımalarını bağrına basmış olsa gerek istediğiniz her konuda bir eserle karşılaşabilirsiniz. O yüzden ders kitapları bize ilk hafta “Edebiyat nedir?” diye sorunca ben hep hayattır derim. Hayatın içinden pek çok konuyu çeşitli başlıklarla anlatırız. Ama içlerinde bir başlık var ki beni ayrı bir heyecanlandırır. Günümüze kadar çeşitli adlandırmalar almış bir konu.Eski diyeni var, Divan diyeni var. Benim içime sinen başlıksa şu: KADİM EDEBİYAT
         Edebiyatı “bugünden” takip edenler için akla anlaşılması zor olan sözler topluluğu gelebilir. Nitekim derste de başlığı gören çocuklar önce bir surat ekşitir. Aklına gelen tek şey içinde “failatün” gibi şeyler barındıran ezberlenmesi gereken heceler topluluğu. Halbuki mısradaki ahenk dengesi saydığı. Sanırım ekşi suratla başlayıp “vay be!” diye hayranlıkla bitirdiğimizden seviyorum bu konuyu. Bir tabuyu yıkıyoruz birlikte. Derinliği görüp de sevmeyenine rastlamadım henüz. Gelin haydi birlikte biraz hatır soralım, nasıldır bu Kadim Edebiyat.
      Bu edebiyatı Osmanlı’dan ayrı düşünmek olmaz. Çünkü muazzam bir kültür besleyişidir söze dökülen. Biz tarihi, ders kitaplarından öğrendik. Son yıllarda da senaristlerin insafına bırakarak öğretmeyi kolay bulduk. Ondan bazı yerlerde sığ kalışımız. Bize tarihi beyitler üzerinden de takip etmeyi öğretselerdi bakın nasıl olurdu o zaman. Hiç unutmuyorum üniversitede Cemal Kurnaz Hocam, “Şehzade Mustafa Mersiyesi"ni aktarmıştı bize. Hüngür hüngür ağladığımı bilirim. İçime dert olmuştu da yurda gidince defalarca çevirmiştim sayfaları. Her bir sahnesinin filmini çekmiştim zihnimde.
      Sonra  Nâbî çıkagelmişti de gördüğü bir çiğliğe şöyle seslenmişti:

Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde
Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz.

(Mevki sahibi olunca zafer sarhoşu oluverme; zîrâ böylesine mest olup sabah olunca da baş ağrısı çeken binlercesini görmüşlüğümüz var.

     İşte edebiyat, hayattır dedik ya. Hayatın içinden binlerce beyit. Anlamın derinliğinde ruhunuzu eritiyorlar. Öyle bir etkisi var. Ben üniversitenin ilk yılında Yaşar Hocam’dan dinlediğim şu beyitle kapılmıştım bu rüzgara:

     Arz-ı hâl etmeye câna seni tenhâ bulamam, seni tenhâ bulacak kendimi aslâ bulamam.”

Aşık derdini anlatacak, sevdiğinin etrafı hep kalabalık. Hah tam buldum derken bu sefer de eli ayağına dolaşıyor, heyecanlanıyor, kendini bulamıyor. Derdi yüreğinde kalıveriyor işte.  Aşka dair duyduğum en tatlı beyitlerden biriydi. Sonra  şu beyitle kesişti yolum.

“Âşıkların sözlerini alıp satan âşık mıdır
İçini görmez sarayın vasfeder duvarını.” J (Salih Baba)

         Salih Baba haklı galiba.Bu aşk dedikleri söz alıp satmaya benzemiyor. Bakın Şeyh Galib uğruna nasıl iradeyi yitirmiş:

"bağlanıp zülfünde bozdum ahdi de peymanı da
çeşmini gördüm unuttum derdi de dermanı da"
(Saçına bağlanıp verdiğim sözü de yemini de bozdum. Gözünü gördüm, derdi de dermanı da unuttum.)

Nef’i ki kimseye eyvallahı olmayan bir zat. Dilinden çekti ne çektiyse öyle bir yüksek ses. Gel gelelim aşk karşısında nasıl yalvarır olmuş:

“Bir nefes dîdâr içün bin cân fedâ itsem n’ola
Nice demlerdür esir-i iştiyâkıdur gönül.”
(Bir nefescik olsun o güzel yüzü görmek için bin canım olsa da kurban etsem yeridir. Gönül nice zamandır onun arzusuyla yana tutuşa esiri olmuştur.)

Divan edebiyatında sevgililer bi-vefa olur. Yakınında tutmak isterler ama yansın istemezler. Aşık ise tutuşmaya ezelden razı. Bakın ne diyor usta şair:

Yoluna cânum revân itsem gere cânâ didüm
Yüzüme bin hışm ile bakdı did cânun mı var.” (Zâtî)

(Bağırdım; “Ah sevgilim canımı kurban etmem gerek senin için.” Sevgili, bin öfkeyle yüzüme baktı ve dedi ki; “Canın! Senin daha harcanmayan canın mı var?”.

Haydi buyur!

Ama zamane aşıkları bu tavırdan hoşnut. Sevgili kızsın başı gözü üstüne çünkü muhatap alındı. Zaman makinesi olsa da Zati’ye sorsak en keyifli günüdür anlatır size, inanın.

Fuzûlî… Aşkın derdiyle dertlenen şair. Bakın dilinden dökülen duaya:

Yâ Rabb belâ-yı aşk ile kıl âşinâ beni
Bir dem belâ-yı aşktan etme cüdâ beni
 (Ey Rabb’im! Beni aşk belasıyla bilindik kıl; beni bir an bile olsa aşktan ayırma.)

    Velhasıl kelam,  aslında bu aşk dedikleri varlığa üflenen bir his. Yaratılandan ziyade Yaradan’a teslimiyet. Zamanla anlayacaksınız görünenin arkasında bir görünmeyen var. 
Bütün feryat, arzu, şikayet, muhabbet  O’na. 
Tabii bizim zamanlarda, sanal dünyanın ışıkları gözlerimizi aldığı için güzeli görmekte sıkıntı çekiyoruz.  O yüzden bunlar başta bir garip geliyor. 
Hani masal dinlemeyen çocuklar cetvelle kedi çizer derler ya. Öyle. 
Geçmiş zaman olur ki hayali, cihana değer. 
Hayal ettirmez, hemhal oldurmazsak da kendi insanına yabancı sürüsüne her gün yeni biri daha ekleniyor. Sonuç hormonlu domates gibi tat vermiyor işte. 
Onlara da mesaj var bizim Kadim dostlardan:
 nasibini alsınlar, buyrun:
Cihân ârâ cihân içindedir ârâyı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler.  (Hayâlî) J


( Dünyayı süsleyen varlık , yine bu cihan içindedir, ama (insanlar) aramasını (arayıp bulması­nı) bilmezler.
Tıpkı denizin içinde olup da denizi bilme­yen, tanımayan balıklar gibi)

        Derdimiz “su birikintisinin sınırları değil, derdimiz bir kere bile denizi düşünmemiş balıklarla yaşamak.”

Bir sonraki yazımızda görüşmek dileğiyle.

6 Mayıs 2019 Pazartesi

Peki bu Hıdırellez ne o'la?


Bir ân’a toplanan iki gün.
Çifte kavrulmuş tadında.
Hem Ramazan hem bahar bayramı yani Hıdırellez🌸
Peki bu Hıdırellez ne ola ki diye merak edenleriniz vardır. Açıklayalım efendim.
 "Hızır" ve "İlyas" kelimelerinin halk arasındaki telaffuzundan aldığı bilinen Hıdırellez, Türk dünyasının baharı karşılama günü.
Kış mevsiminin bitip, sıcak yaz günlerinin başladığını müjdeleyen bir gelenek aslında.
Doğanın canlanmasının habercisi olarak görülen bu günde, Hızır ve İlyas'ın her türlü dileğinizi yerine getirmek için uğraşacağı inanışı yaygın olarak kabul görüyor.
Tabii yöreye göre çeşitli ritüeller gerçekleştiriliyor. İnsanlar gönüllerindekini dillendiriyor. 
Bir nevi dua şöleni aslında. Elleri semaya açıp yapmak ne hoş ama bu da yüzyıllardır süregelmiş bir gelenek işte. “Aman ne saçma” diyeniniz olabilir.  Belki de birileri buna tutunuyordur bilemeyiz.
sevgiyle öne çıkmış bu günde en kötü şey birbirimizi yargılamak olurdu herhalde. 
Ben içinde sevgi olan her zerreyi bağrımıza basmaktan yanayım.
O yüzden bugün yapılan bütün güzel dileklere bir gülücük de ben konduruyorum.

Peki ne mi yapıyorlar bu günde?
Geceden dilek kağıtları hazırlıyorlar. Sahil kenarındaysanız kumlara yazıyorsunuz hayalinizi. Dalgalar şarkı söylüyor yanınızda. çakış taşlarından hayaller inşa ediyorsunuz.
Bizim gibi karasal iklim çocukları gül dalı arıyor yana döne. 
Kırmızı bir kağıda yazıp dilekler geceden asılıyor gül dalına. 
Sabah namazından sonra da toplayıp suya atıyorsunuz hemencecik olsun diye.

Şimdiiiii ne dilersiniiiz, ne yazar ne çizersiniz bilemeyeceğim.
İnsanın üşenmeyip bunları hazırlamasına, o anki heyecanına hayran olanlardanım ben. 
Ama bakın sizin için: “gönlünüzden geçen her GÜZEL şey “şıp” diye olsun” bunu dileyebilirim.
~~~~
İyi niyetli bütün ritüeller baş tacı
Yeter ki umut aşılayın toprağa.
Ramazan ruhuna yaraşır, insan sevgisiyle kucaklaştığımız zamanlar olsun.
Zira fazlasıyla birbirimizi özledik.
Şimdilik bu kadar. 
Herkese hayırlı Ramazanlar.
Ömrünüz bahar tadında,
Sade bugün değil her gününüz dua olup ömrünüze dahil olsun. 
şairin dediği gibi
 “ama önce ve illa ki sağlık olsun”…


NOT: Çok isterseniz olur bence.

28 Nisan 2019 Pazar

Baharın bir sesi var duyuyor musun onu?
Bak aç pencereni bir müsade et girsin içeri.
O sesi duymuyorsan yaşıyor musun diye kontrol et, bir cimcikle kendini.
Hafif rüzgar esintisi eşliğinde kuş cıvıltıları. Uzaktan gelen araba sesleri, belki bir iki korna, sanki bahçende çalıyorlar gibi. 
Yeşil gerçekten yeşil, mavi gökyüzünde, renkler çiçeklerde.
İnsanlar daha az öflüyor, çocuk sesleriyle dolu park bahçe.
Bir dokusu var işte baharın.
Geldim, buradayım diyen.
Once telaşın arasında en yoğunumuza bile. “Hava bugün çok güzel dedirtebilen”
Gizlice umut aşısı olmuşuz gibi.
İçimiz bir kıpır kıpır, bir mutlu yüzlerimiz.
Kalp kan yerine inanç pompalıyor sanki.
Her şey güzel olacak!
Biliyorum.
İnanıyorum.
En çok bu mevsime yakışacak sevdalar.
En çok bu mevsimde mutlu olacak insanlar.
En çok sana yakışacak gülmek.
En çok bizi saracak bu sıcak iklim.
En çok seni kucaklayacak güneş
En çok seni sevecek gökyüzü
En çok sen olacaksın ılık esen rüzgarda.
En çok sen.
En çok ben.
En çok biz yakışacağız bahara
Unutma hayat dört mevsim
Sen hangisi misin?
Aç pencereni.
İşte bak, bu bahar sensin🌸🌸


23 Nisan 2019 Salı

Şenlik Tadında Bayramlara


Çocukken annem tutar elimden Anıt bölgesindeki eski stada götürürdü beni.
Cadde bayraklarla donatılır, anıtın etrafı rengarenk çiçeklerle süslenirdi.
Bayram öncesi bedestende alışveriş yaptınız mı hiç? Hah işte öyle kalabalık olurdu o cadde. Pamuk şekerciler, gazete kağıdından külah yapmış çekirdekçi abiler, baloncular, bayrak, atkı satan işportacılar
Allaaahh tam şenlik havası.
Hissederdin bugün bayram ve işin ilginci yapılan her şey çocuklar için.
İşin ticareti bile bize özeldi.
Sonra girerdik o stada. 
Oturacak yerler betondan, altımıza gazete koyardık, anne yüreği beton çekmesin diye hazırlıklı gelirdi.
İzlerdik rengarek kostümlerle, bize ait türkülerde oynanan halk oyunlarını.
Rengarenk kağıtlardan çıkan şekiller vardı. En çok da onları severdim. 
Abim de yapmıştı bir kere evdeki hazırlığını hatırlıyorum. “Kapat aç, kapat aç!!”
Komutları nasıl heyecanlıydı.
Sonra çıkardık oradan zaten gün akşama yakın olurdu. 
Eve gelirdik doyasıya çizgi film, Barış Abi programı, yeşilçam seyri derken uyur kalırdım.
Şimdikiler diyor ki ertesi gün niye tatil olurdu? İşte dolu dolu geçerdi de ondan. Açık havada yerdin nisan rüzgarını, bayrak sallayacağım diye de elin kolun yorulurdu, yürürken ayak sesini duyalım derdi babam öyle gururla basardım yere, üstüne bir de yürürdün, geçiş törenlerini izlerdin ayakta. Rap rap eşlik ederdin onlara. Hepsini çocuksu bir heyecanla yapınca fark etmezdin ama eve geldiğinde yattığın yeri beğenirdin.
Bütün bunlardan sonra ertesi gün de dinlen derlerdi.
E tabii bizimkiler anlayamıyor şimdi. 
Biz o zaman törenden ziyade o ruhu öğrenirdik.
Hala içim titrer toplu bir şekilde İstiklal Marşı okunduğunda. 
En büyük şükür sebeplerimden biridir, ay yıldızlı bayrağın dalganışında gururlanmak
Düşünüyorum tabletten öğrenseydim bu duyguyu içimi sızlatır mıydı bir marş? 
Zannetmiyorum.
Sanal dünya sağ olsun her şeyi öğretiyor da ruh vermiyor.
Çağın vebası da bu olsa gerek. Ruhsuzluk!
Şimdi hah hocam ağzına sağlık der gibisiniz duyuyorum. Ama demeyin.
Çünkü bu serzenişimiz sizden ötürü!
Çocukken o ruhu işleyecektiniz. Heyecanı sizde hissetmeliydi önce. 
Sonra olaya saksı bitkisi gibi uzak kalıyor üzgünüz.
Ama geç değil, harekete geçebiliriz.
Balkona bayrak asarak başlayabiliriz mesela. O bile minik bir seremoni.
Atlamamak lazım böyle günleri.
Milli birliği, beraberliği, insan sevgisini, bayrak sevgisini, o cümbür cemaat aşka gelmeyi öğretmeliyiz bu çocuklara.
Çünkü en çok ihtiyacımız buna.
Severek inanmaya🇹🇷🇹🇷


2 Mart 2019 Cumartesi

Bahara Serenad


Ey mevsim iki çay söyle oradan, aziz misafirimiz var.
Buyur Bahar, gel otur şöyle baş köşeye.
Özledik yahu uzaktan geldin yorgunsundur.
Bak sana Üstad’dan bir serzeniş ikram edeyim:
Denizden ve dağdan gelen hüzne kandık. Bulutlar dağılsın, bahar olsun artık” (Yahya Kemal)

Anlayacağın sen yokken biz üşüdük, ne zamandır içimiz soğuk. Gün ışığına hasret, ışığın içimizi ısıtsın diye yolunu gözlüyorduk.
İyi ki geldin.
Çabucak çöz buzları. 
Kara kışa direndik, sele rüzgara kapıldık sürüklendik.
Bir dağıldık, bazen bunaldık.
Odalara kapandık, yeşile hasret kaldık.
Beyazın güzelliği de hoş ama sonrasında çamur oldu artık.
Güzel bir bahar yağmuruna, toprak kokusuna ihtiyacımız var gel şöyle gönül tahtımıza bir kurul. Doya doya devret mülkünü yaza. Ama o zamana kadar bırak ışığınla renklenelim biraz.
Karın altında bekleyen taneler var, renk renk, çiçek çiçek.
Uyuyanlar var aylardır, doğaya merhaba desinler bırak.
Üşüyenler var onların evleri sokak.
İnsanların var yorgun, bitkin ve korkak.
Cesaret ver onlara. 
Anlamak için, dinlemek için, tekrar başlayabilmek için cesaret ver.
Çok hırpalandılar, yara aldılar tut ellerinden yeniden ayağa kalksınlar.
Yeni başlangıçlara güçleri olsun.
Hayal kursunlar, inansınlar, güvensinler, affetsinler.
Hoş görsünler, yardım etsinler, şükretsinler!
Sevsinler, sevsinler, çok sevsinler!
Sevilsinler, sevilsinler, çok sevilsinler!
Dost vefayı, yâr sevdayı unutmasın yeter.
Aç haydi şarkının sesini, kuşlar daha içten cıvıldasın. 
Bu da senin melodin, her yerde yankılansın.
Hatırlansın!
Neydi aslında, nasıldı? Unutulan her güzel şey hatırlansın.
Hastaların ellerinden tutup çıkalım dışarı.
Çocuklar çimenlerde yuvarlansın, sokaklarda ip atlayan çocuklar koşup oynasın. 
Yan bahçeye top kaçsın. Uçurtmalar ağaçlara takılsın.
Gökyüzünden bize bir umut dalgası yayılsın da yayılsın.
Çünkü biz unuttuk umuda uçurtmalar bağlamayı.
Kışa direnmekten, soğuğa göğüs germekten yorulduk.
Haydi Bahar! Tut elimizden de tekrar koyulalım yola.
Nasipse daha gidilecek çok yolumuz var.