25 Haziran 2014 Çarşamba

PEMBE TADINDA - HUYLU ARKADAŞIM

        Aman da amaaan kimler gelmiş, kimler teşrif etmiş. Vaktinizden birazcık aşırıcam ama yapcak bir şey yok çünkü aşağıdaki olayın tek amacı sensin. Sen doğdun diye bu kadar kelime yan yana geldi ve sırf sen doğdun diye bu kadar cümle söylendi. Öncelikle uyarımı yapıyım çeşmeleri açmadan okuyoruz ki muhtemelen okumayı bitirdikten sonra dişini sıkarak " hilaaaal" diyeceksin. Anlaştık mı?
         Eveeeet kemerlerinizi bağladıysanız uçuş vakti, başlıyoruumm:))

        Efendim, hikayemizin kahramanı Begüm. Kendileriyle geçen yıl tanışma fırsatı bulup gayet seviyeli bir ilişkim varken bu yıl yeterince suyunu çıkarmış bulunmaktayız. Yurt arkadaşlığından oda arkadaşlığına terfi etmiş bu hanım kız şahsına münhasır, çok ama çok özel bir karaktere sahip( bakmayın öyle dediğime saç baş yolduran huyları var) Hepsini anlatacağım azcık sabır. Evet ne diyordum oda arkadaşı. Önceden günün belli bir kısmını paylaşırken bu yıl hayatımın merkez dairesinde ve gayet günün tamamını paylaştığım bir insan haline geldi. Ankara'nın dostlarla güzel olduğunu düşünen biri için günü kimlerle paylaştığın önemlidir. Kiminle neler yaptığın, zamanın nasıl geçtiği vs. Bu konuda şanslı olanlardanım sanırım çünkü bu şehirde hayatıma değen insanlar çok özel, çok keyifli kişilerdi. İşte Begüm de o keyiflerden biri, püsküllüsünden hemde. Gerçi dur o bela için geçerliydi. Neyse sende o da sırıtmıyor nasılsa:) İşte bu püsküllü bela ama tatlı ama şirin ama huysuz ama "huylu" ama ama ama.. Bu böyle uzar gider. Sayabileceğim onlarca özelliği var ki ve anılarımda o kadar çok yer alıyor ki. Bir insanı kısa sürede ne kadar tanıyabilirsiniz bilmiyorum. Bunun bir ölçütü var mı bir fikrim yok. Ama Begüm benim hayatıma gireli sadece iki yıl oldu ve dedim ya merkez dairenin içinde. Bu kadar kısa sürede nasıl bu kadar sevebildim, ısınabildim ve kendimi bu kadar rahat açabildim bilmiyorum. Halimizden tavırlarımızdan bir sıkıntı olup olmadığını anlayabiliyorsak, sadece gözlerle bile anlaşabiliyorsak kısa sürede ne kadar yol almışız varın siz düşünün.( gerçi kızın kocaman kocaman gözleri var nereye anlaşamıyorsun) Hayatımda alıp karşıma konuştuğum, rahat rahat içimi döktüğüm, ağladığım, kızdığım nadir insanlardan. Ama sanmayın ki bütün yılımız böyle sevgi kelebekleri gibi geçti gitti. Bir kere biriyle uğraşmaktan zevk alıyorsam bu kesinlikle Begüm. Bir insan nasıl bu kadar rahat kızdırılır bilmiyorum. Ama onu kızıdırıp "tamam hilaaal tamam tamam" demesini çok seviyorum. Sonra "üüüff"leyip kenara çekilmesini de. Başka ne var diye düşünmeme bile gerek kalmıyor. Gözümü kapattığımda onlarca sahne canlanıyor. Her şey bir yana da bir insan nasıl bu kadar huysuz ve "huylu" olabiliyor orayı anlamıyorum. Huysuz kısmı huylu oluşundan. O ne demek diyeceksiniz şimdi biliyorum ama karmaşık bir paradoks değil. Bir insanın her şeye huyu olur mu? Bunun var. Onu yemez bunu yemez, onu giymez bunu giymez, o olmaz bu olmaz, orası olmamış, burayı yapamamışlar vs. Ki daha bunlar hiçbir şey. Yaptığı her şey seramoni, hepsinin kuralı kaidesi var. O öyle yenmez böyle yenir. Şu şunla olmazsa olmaz buna bu gerekir. Hayatımda kendi hayatını bu kadar zorlaştıran başka bir insan daha tanımadım. Ama sanırım Begüm'ü keyifli hale getiren de bunlar. Böyle duygusuz saydığıma bakmayın. O bunları yaparken öyle bir ses tonuyla öyle hareketler yapıyor ki döve döve sevesiniz geliyor. Dedim ya onlarca anım var onunla ilgili bazıları komik, bazıları keyifli bazıları acınası bazıları da hıçkıra hıçkıra ağlanası. Ama aralarında en saçması kesinlikle hiç suçumuz yokken(!) bir anda çarşaflarını değiştirip ağlaması bizi de ağlatması:) Aklıma geldikçe güldüğüm bu saçma şey odaca Begüm'ün bir tabusunu yıkma çalışmasıyken bir anda kaosa çeviren bir olay. Onlar o anı biliyorlar zaten. Biz şimdi buna katıla katıla gülebiliriz, muhtemelen Begüm okurken suratını ekşitip vicdanımıza basacaktır ama yemezler canım:) ( Bu arada vallahi bir şey yapmadık ya ve ve ve ilerde çocuklarına anlatacağım ilk hikaye bu o yüzden benim için çok değerli üzgünüm bununla yaşamayı öğren:) 
            O kadar çok şey paylaşınca hangisini yazıyım, nasıl yazıyım şaşırdım. Sayfalarca yaşanmışlıklar diziliyor önüme. Bir sürü duyguyu bir anda yaşayabiliyorum mesela. Bir şeyler aklıma geliyor sıkıca sarılıp "karşiiiim" diye bağırasım gelirken bir diğerinde camdan aşağı atasım geliyor. Bazen gülüyorum bazen hüzünleniyorum. Onda sevdiğim o kadar çok şey var ki. Bana misafirliğe gelmesine bayılıyorum mesela. Çay kahve sohbetlerini, son zamanlarda pek yapamadığımız tavla keyiflerini, dizi tartışmalarımızı, film izleyip onu kıskandırmayı, güzel güzel giyindikten sonra baygın baygın bakıp "çok beğendim" demesini, bütün harflere basıp ablaaaam diyişini, bir anda duygusallaşıp sonra deliye bağlamasını, gözü daldıktan sonra öcü görmüş çocuk gibi durmasını, keyiflendiği zaman ki gülüşünü, dans derslerini, kademe kademe bir şeyleri öğrenmesini, tarihle cebelleşmesini, dünyanın şekli ve hareketlerini anlatırken anlayamayışını, ışıkları kapatıp kaçtığımda "hilaaaaal" diye kızmasını( sonrası tam bir işkence), inatlaşmasını(!), ortak kitabımızı defalarca okumamızı, hayal etmeyi, hayal ettiğimiz bir defterimiz olmasını, onun bana sonsuz güvenini, ona sonsuz güvenebilmeyi, annemle benzeyişlerini, beraber dışarda yemek yiyip "bu bi olmuş yaa" demesini, tatlıları tuzluları, pos bıyık geyiğini, beni saatlerce dinlemesini, sinirleneceğimi bilse de üstüme gelip gerçekleri söylemesini, zorlamasını, anlatmasını, ağlamasını zırlamasını, huysuzlaşmasını, beğendirene kadar canım çıktığı zamanları, çarşı pazar gezmesini, çimlere yayılıp dinlenmesini, kavun karpuz yemesini, avakado salatasını, masaya aynı anda oturup kalkma zorunluluğunu, yemeye önce başlamamasını(!), gülmesini güldürmesini, bana saçma sapan makyajlar yapıp şebeğe çevirmesini, onun yüzünden mahallenin delisi gibi dolaşmayı, çiçekli çantasını(!), alakasız kombinlerini, özel günlerinde ne giysem telaşını, mezuniyetini kınasını ve daha aklıma gelmeyen binlerce şey... Bunların hepsini o kadar çok seviyorum ki. Bazen keşke bir kız kardeşim olsaymış dediğim anları hatırlıyorum. Begüm de o derece sevilenlerden bir tanesi. Ama bu demek değil ki bir kaşık suda boğmak istediğim zamanları yok. Sanırım bu da kardeşliğin cazibesi.
          İyikili cümlelerimin en güzelleri sana gelsin büyük cadı. Çok güzel bir kalbin olduğunu biliyorum umarım "pembe" tadında bir hayatın olur.(bir insan pembeyi niye bu kadar sever ki) Ama benim sana duamı biliyorsun şu anda büyük büyük harflerle yineliyorum :D Daha da kocaman oldun farkındayım ama içinde bir çocuk var ya o büyümesin olur mu. Çünkü o çok güzel, çok neşeli. Umarım bu yıl hayatının ilkleri olur. En güzel şeyleri en güzel şekilde yaşarsın. Hayat telaşından "NERDE" oluruz, nasıl oluruz biliyorum. Ama emin olduğum bir şey var o hayatına bi' yerinden değecek olmam. YAPCAK BİR ŞEY YOK, kolay kurtulamıyoruz birbirimizden:) Bir anda aklıma gelip yazdıklarım bunlar ama şimdi bir virgül koymam gerekiyor sonra yeniden yeni şeylerle kaldığım yerden devam ederim olur mu? Nasılsa yaşanmışlıklara eklenecek çooook anımız olacak ve sen illaki bana yazdıracak kıvama getireceksin onları ama şimdiii ufak bir işim var seni kocaman öpüyorummm ve kaçıyorum. HADİ GUT NAYT:)
   
                                  --------------------------------------------------


           Hadiiiii ışıkları kapatın, ben penguen dansını açıyorum. Aslı'yı da çağırın hemen. Zeynep, Cansu hadi mumları yakın! Bir iki üç diyince. Biiiiir, ikiiiiiiiiiii, üüüüüüüüççççç
            İYİ Kİ DOĞDUUUN BEGÜÜÜÜMMM(4-melodili oku)
            Doğum günün kutlu olsun canımıniçiii...
            İyi ki varsııın, iyi ki hayatımdasın ve hep orda kalacaksıın...

 

22 Haziran 2014 Pazar

Acıyı sevmek olur mu?

             Bebekleri bile ağlata ağlata seven bir toplum için acıtan sevgiler çok da tuhaf olmasa gerek. Bizim sevgilerimiz böyle galiba. Acıta acıta sevmeye samimiyet atfetmişiz. Bir düşünün elalemin çocuğunu ağlatarak sevebilir misiniz? Ancak en yakınlarımıza layık görürüz o muameleyi. Bir tek onları öyle sevebiliriz. O stili bu düzleme taşıdığımızda da çok bir fark olmuyor işte. Kocaman insanlar olsak da hala en yakınlarımızın canını acıta acıta severiz. Hala samimiyetten, hala sevgiden-miş, öyle derler hep. Bir alışkanlığın ceremesini çoğumuz çekmişizdir. Bize yabancı duygular değil ki bunlar. Deli gibi sevmenin en çarpıcı örneklerini hayatın içinden bulabilirsiniz.
              Sevme amaçlı sevgiye eyvallah, yok kimsenin bir itirazı. Peki niyeti bozmuş sevgilere, art niyetli düşüncelere de aynı saflıkla mı yaklaşmalıyız? "Sevdiğinden böyle davranıyor sana" cümlelerinin ardına mı saklanacağız hep? Hiç toz konduramadıklarımızdan gördüğümüz tavra rağmen görmezden gelmeye, zorunlu ilişkilere devam mı edeceğiz? Kötülüğünden yapmıyor diye diye nereye kadar idare edebileceğiz? Sahi bir de bu " "idare etme" durumu var. Görmezden gelmeye, üzerinde düşünmemeye o kadar şartlamışız ki kendimizi her şeyi idare eder olmuşuz. Başkasının yapmasına hayatta müsade etmediğimiz tavırlara en sevdiklerimiz yüzünden maruz kalmışız. Başkası yapsa kükreyen aslanlar olarak gövde gösterisi yaparken, diğer türlü "sevdiğinden yaaa" deyip bir köşeye pısmışız. Sarfedilen sözleri teker teker yutmuşuz. O kadar çok idare etmişiz ki herkesi hadsizliğin adı samimiyet olmuş. Oysa sevgi bu değil. Arkadaşınızı, dostunuzu, ailenizi, çevrenizi her neyse hepsini çok sevebilirsiniz. Aynı sevgiyi hissetmeniz muazzam bir şeydir, büyük keyiftir. Ancak hissetmediğiniz sevgilere sevgi demekse içine düşülmüş en büyük yanılgıdır. Sevme üzerine kurulu bir dünyada en çok zulmu en sevilenin yapması da koca bir ironidir aslında. Yalnız farketmiyoruz işte bunları. Sevginin kudretini bilmiyoruz. Gerçek sevgileri belki de görmezden geliyoruz, yeri geldiğinde küçük görüyoruz. Yüzümüzü döndüğümüz taraftan en yüce şeyleri beklerken arkamızda yitip gidenleri hiç umursamıyoruz. Anlayamadığım şey madem umursamıyoruz peki niye bu cici görünme çabası? Sevilmemekten korkan insanlar için bir kalkan görevi görse de bu yanına bakınca, inanan onca gerçek ve saf yüreklerin yaklaşan faciası gibi geliyor bana. Tek yudumluk heveslere ne çok insan harcıyoruz, egolarda neleri eritiyoruz bir bilseniz.. 
         İşin sonu hep can yakmaya geliyor, işte asıl felaket bu. Bugün onun yarın bir başkasının ama en son yanan can senin. Hayal kurduğun dünyandaki insanlara o dünyayı yerle bir etme yetkisini sadece biz veriyormuşuz gibi geliyor. Milli özelliğimizmiş gibi, sanki inşa ettiğimiz her şeyi bir tek onların yıkmasına izin varmış gibi. Niye diye sorgulamya başladığımızda da verilen cevap belli " SEVDİĞİNDEN(!)"
        Siz siz olun sizi seven insanların canını yakmayın. Yapmayın öyle şeyler, küçük hevesler için büyük dünyalarınızı yıkmayın. Aşk, nefret gibi duygulara da sevgi gibi saf bir şeyi harcamayın. Arkadaşlıklar, dostluklar keyiflidir. İnsanın sevilen bir çevreye sahip olması çok özeldir.İnsanlarınıza sahip çıkın derim ben, Hayatınıza değen bütün insanlarınıza sahip çıkın..


            Ha bu arada hayal kırıklıklarına alışıyorsun ya, işte ondan sonra canını hiçbir şey yakmıyor!

11 Haziran 2014 Çarşamba

Open your eyes

            "Open your eyes!"
            Onlarca yabancı filmde duyduğumuz bir repliktir bu. Hayata döndürmek için kullanılan, farkında olsun diye söylenen ne biliyim bilim kurgu tadındakilerde dünyayla bağ kursun diye fısıldanan bir replik. Bir sürü yerde karşımıza çıksa da hangi film olduğunu hatırlayamadığım ama bir ablanın çok derinden söylediği,o fısıltı geliyor kulağıma: Open your eyes...
            Filmlerde burdan sonra gözler yavaş yavaş açılır ve artık hiçbir şey eskisi gibi değildir. Uyanırsın ve bir şeyler değişmiş halde senin karşına çıkar. Sen karşına çıkan şeyi daha temkinli yaşarsın. İçten içe bilirsin çünkü kendi iradenle yapılmış bir şey değildir bu. Öyle görünür ama değildir. Çünkü sen gözlerini yeniden açtığında bir şeyler değişmiştir, değişecektir de. Uykunun da böyle bir etkisi olduğunu düşünenlerdenim. her akşam gözlerimizi kapatıp yeni güne merhaba diyoruz. Her seferinde ufak çapta bir yenilenme süreci aslında. Her gün gözünüzü açtığınızda düşündüğünüz şey, bakış açınız, fikriniz ve en önemlisi hissettiğiniz şeyler çok farklı oluyor. Uyandıktan sonraki ruh haliniz belki de tüm gününüzü etkiliyor. Bir hatırlayın bakalım, mesela gülerek uyandığınız sabahlarınız oldu mu ya da sinirli bir halde o yorganı attınız mı yataktan? Suratsız başladığınız sabahların sayısı kaçtır acaba veya böyle tebessüm ederek, şöyle gönlünce geriliiiip günaydınlar efendim diye yataktan fırladığınız? Aceleyle, neşeyle ya da ağlayarak uyandınız mı hiç? Yastığınıza rimeliniz akmış halde uyandığınız sabahlarınız var mı? Yine mi sabah oldu diye sızlandığınız ya da bir an önce sabah olsun diye yatakta dönüp durduğunuz akşamları yaşadınız mı? Vicdanınızın ağırlığından kalkamadığınız, gün başlamasın diye gözünüzü açamadığınız, yine mi diye sızlandığınız ya da yine o vicdanın rahatlığından özgürce uyandığınız, keyifle güne başladığınız, yeniden diye umutlandırdığınız sabahlarınız oldu mu?
         Güne başlamak için yeniden açtığınızda o gözleri ki bunu yapabiliyor olmak büyük nimet, neler hissettiğiniz bütün gününüzü, kuvvetle ihtimal etkileyecektir. O yüzden nasıl uyandığınıza bir dikkat edin derim. Eğer sizin sabahlarınızı karartan bir şeyler varsa bulun onu. Beklenti içinde uyanmayın mesela. Uyandığınızda dinleyeceğiniz şarkının ritmini siz belirleyin, birilerinin size yaşattıkları değil. Her sabaha 9/8'lik uyanın demiyorum tabi ki ama kimse yüzünden de batsın bu dünya kıvamına gelmeyin. Bir şeyleri farketmek için birilerinin size "aç gözünü" demesi gerekmiyor. Kendini yeterince uyutmuşken bir dur deyip uyanmanın tam zamanı değil mi? Değmeyecek şeyler için sabahlarınız kararmasın.  Karatmayın gecelerinizi de gündüzünüzü de. Şimdi gözlerinizi kapatın aklınıza gelen, sizi engelleyen, değmeyen bütün hislerinizi düşünün. Kızmaktan küsmekten bahsetmiyorum onlar hayatın içinde. Ama kendinizi değersiz hissetmenize sebep olan şeyler varsa onu görmezlikten gelmek olmaz. Bütün insani duyguların bir yönden beslediğine inanırım. Ama kendini değersiz hissettiren şeylere tahammülünüz olmamalı. Çünkü mutlu yaşamanın, yaşatmanın önce öz saygıdan geldiğini düşünürüm. Birilerinin hadsiz, yersiz, sebepsiz davranışları bunu elinden alıyorsa yaşamdan zevk almayan, tek tip, suratsız insancıklar olarak dolaşmaya başlayacaksınız. O kervanın yolcusu günden güne artarken siz o yola çıkmayın derim.

          Size kendinizi ne kötü hissettiriyor bir düşünün bakalım. Ama gözünüzü açtıktan sonra hepsi yok olsun. Öyle bir düşünün ki uyandığınızda hiçbir şey eskisi gibi olmasın. Belkilere sığınmayı bırakın artık yarayı deşmekten, kendini aptal yerine koymaktan başka bir şey değil o. Bu kadar zaman o hissi yüreğine taş bağlayıp gezdirenlere hala tolerans gösteriyorsanız söylenecek bir şey yok yine gözünüzü açın ve karşınızdan bir şeyler bekleyin. Ama ufak bir hatırlatma beklemenin sonu yok.

        Bir yazının sonunda şöyle diyordu "oysa ben hiç insan kaybetmedim, sadece zamanı geldiğinde vazgeçmesini bildim o kadar". 
         Sizce de zamanı gelmedi mi? Canınızı sıkan şeyleri bir kenara bırakıp yola devam etmenin vaktidir. Hadi şimdi gözlerinizi kapayıın ve açtığınızda hiçbir şey eskisi gibi olmasın. Ha bu arada gelene de gidene de yakışan bir sözcük var, efsunlu gibi. Eski zamanlardan uçup buraya gelmiş sanki. Biraz nostaljik, biraz buruk ama daha çok cesur: Eyvallah...  
         Veda etmek son sözü söyleyemediğinde çok ağırdır. En iyisi siz boşuna veda sözcükleri arasında boğuşmayın, gönülden bir eyvallah içinizi de soğutur, mesajı da iletir. Neyse vedalar kısa olmalı ki vazgeçmenin gölgesi boyunuzu aşmasın. Yepyeni sabahlar, yarınlar gönlünüzce olsun.
           HADİ EYVALLAH.
          
             

4 Haziran 2014 Çarşamba

Birinin sebebi olun...

    Ankara'da tanıştığım en keyifli şeylerden biridir sokak çalgıcıları. Hele akordiyon, onun keyfi çok ayrıdır. Mutluluk sebebidir, pazar sabahı sokakları şenlendirir. Bilenler bilir o tınıdaki neşeyi.
     Bugün yine o sesi duyduk bahçeli sokaklarında. Bir baba ve minik bir erkek çocuğu, belli buralardan değiller.Baba akordiyonla bir şeyler çalıyor,öyle kulaktan dolma ama keyifli.Çocuk üç beş yaşlarında anlaşılan yarenlik ediyor babasına. Dolaştı masaların arasında, selamını verdi güzelce. Arabi havayla "selamun aleyküm dedi" yaklaştı yanımıza.Ama biraz mahçup elindeki kaseyi gösterdi. Biz de kıyamadık işte gönlü olsun dedik. Onun için oyundu eminim ama işte baba için öyle değil. önce bir kızdık içimizden, Baba oğlunu böyle kullanır mı dedik. O arada ufaklık dolaşıyor tabi masalar arasında, döndü dolaştı tekrar geldii yanımıza. Anında farketti buraya daha önce uğradığını. Pat diye vurdu kafasına. Çocukca bir refleks işte "geldin ya daha önce buraya akıllım" der gibi. O an o kadar tatlıydı ki o ufaklık bir şey ikram etti masadaki arkadaşım. Bir emin olamadı önce. Sonra o kadar çokken sunulan şey, bir tane aldıı, utanarak, sonra yarım türkçesiyle ama kocaman gülümsemesiyle "teşekkü" dedi..

    Sabahtan beri o teşekkürün ağırlığı var yüreğimde. Belli bizden değiller. Ne oldu nasıl oldu da yolu buraya düştü bilinmez. Savaş mı istila mı işgal mi neyden kaçtılar da geldiler, ne yaşadılar bilemem. Ama bildiğim bir şey var o burun kıvırıp bakmadığınız insanların daha önce neler yaşadığını bilemeyeceğimiz. Kimse keyfinden vatanını bırakıp sığıntı gibi yaşamaz başka bir ülkede. Siyasi boyutunda eleştirilerimiz vardır belki, olmalıdır da. Ama minik bir çocuğun şu tavrı hiçbir eleştiriyi haketmiyor. Bana kendi iç hesabımı yaptırdı o ufaklık. Empati yaptırdı bana bugün hem de daha önce kimsenin yaptıramadığı boyutta. Hayatımdaki en çarpıcı tavırdı o, küçücük hareketleriyle kocaman bir etki bıraktı bende. Ve duyduğum en içten teşekkürdü, en güzel tebessüm...
     
     Kamyon çarpmışa döndüğünüz anlar vardır ya işte bugün öyle bir gündü. Yaşayalım diye koştur koştur bir yöne savrulduğumuz zamanlarımız var ya hani,  kazanalım diye uğraştığımız anlar, kendimizi kaybettiğimiz zamanlar, umduğumuzu bulamadığımız andaki hayal kırıklıklarımız, sırf yaşayalım diye kendimizi kaybettiğimiz o telaşlar var ya. İşte o telaşların arasında farketmediğimiz, görmediğimiz, görmek istemediğimiz hayatlarda var. Yaşamak birlikte güzel değil midir yahu? Birlikteyken anlamlı olmaz mı yaşamak? Yaşamanın en basit yolu sevmek değil midir peki? Sevdikçe hissetmez misin yaşadığını? Ülkede her an birileri ölürken sen, sende kalanları sevsen daha dolu yaşamaz mısın hayatını? İnan sevdikçe genişler yüreğin. Yüreğin genişledikçe emin ol sen feraha erersin. O yüzden sevin şu insanları ya! Ölürken değil, yaşarken sevin...Değerli hissettirin onları. Soysuz onca insan paşa çocuğu gibi hürmet görürken kenarda köşede duran koca yürekleri bir kenara atmayın. Etikete göre yargılamayın insanları. Onu da Allah yarattı şunun bir farkına varın. Kısacası kimseyi "sedyedeki çarşaftan daha değersiz" hissettirmeyin...
   

     "Yaratılanların en üstünü" diye gönderilmişken dünyaya, kendi insanımıza kendimizin verdiği değerin bu olması zoruma gidiyor. Sırf bu yüzden her sabah kendime hatırlattığım bir şey var "Birinin yüzündeki gülümsemenin sebebi olduğunu bilmek çok özeldir" diye. Şu an nerdesiniz, napıyorsunuz bilmiyorum. Ama bence bugün birinin sebebi olun...