27 Aralık 2016 Salı

Derdi millet olan şair: Mehmet Akif ERSOY


           Nice büyük şairlerimiz var, hepsi sihirli birer kitap. Sayfalarını çevirdikçe karşımıza çıkansa milleti için koca bir feryadı sırtlanan bir hayat. Bu yazımda İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un hayatına misafir olmayı istedim. Böyle muazzam bir eseri yazmış, yüce gönüllü, vatan sevdalısı bir şairimizi anlatabilmek biz edebiyatseverlerin en özel görevlerinden biri olsa gerek.
       Akif'e nereden baksak, nasıl anlasak diye düşünmeden önce hayatına değinelim istiyorum. Mehmet Akif, 20 Aralık 1873'te Fatih'te dünyaya gelmiş. Babası Fatih Medresesi müderris ve mücizlerinden (icazet veren) İpek'li Temiz lakabıyla anılan Tahir Efendi'dir. Annesi ise Buharalı Mehmed Efendi'nin kızı H. Emine Şerife Hanım'dır.  Sezai Karakoç, Akif'in ailesi ve kökeni ile ilgili şu yorumu yapmıştır:
       "Baba soyu Rumelili, ana soyu Buharalı, doğuş yeri Fatih:
        Yani tam bir Doğu İslâmlığının, Batı İslâmlığının ve Merkez İslamlığının sentezi bir çocuk"

     Ünlü şairin böyle tasvir ettiği bir ortamda, orta halli, sade bir hayat süren Akif, o günün geleneğine uyarak 4,5 yaşlarında iken Emir Buhari Mahalle Mektebine başlamıştır. Daha sonra Fatih İlkokulu'nu ve daha sonra da Fatih Merkez Rüştiyesi'ni bitirmiştir. Babasının da desteğiyle Mülkiye'de öğrenimine devam eden şairimiz, babasının vefatıyla sarsılır ve geçim sıkıntısı da baş göstermeye başlayınca gündüz eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalır. Bunun üzerine o dönem mezunlarına hemen iş verileceği için o yıl açılan ve ilk sivil veteriner yüksek okulu olan Mülkiye'nin Baytar Mektebi'ne (Halkalı Baytar ve Ziraat Mektebi) leyl-i (yatılı) öğrenci olarak geçer. 22 Aralık 1893'te okuldan birincilikle mezun olur ve imparatorluğun pek çok yerinde görev yapar. Görevi sırasında yaşadıkları, gördükleri, gözlemledikleri onun eserlerine yansıyacak, imparatorluğun merkezinden en ücra köşesine kadar hayat sahnelerini çarpıcı bir şekilde bizlere aktaracaktır. 
        Mehmet Akif hayatı boyunca idealleri peşinden koşmuş ve milletinin iyiliği için çalışmış bir dava adamıdır. Aslında ona tek bir açıdan bakmak, anlamak için yetersiz kalacaktır.
        Türk halkının gönlüne girmiş, vatan şairi Mehmet Akif, hayatın pek çok noktasında karşımıza çıkar. İmparatorluğun arka sokaklarını onun kadar güzel yansıtanı bulmak zordur. O asırlarca ihmal edilmiş insanlarımızı ön plana çıkarır. Sosyal bir şair olan Akif, zamanın kan ve barut kokusu içinde toplum yansımalarını gözler önüne serer. Bunu yaparken nutuk çekmez, yaşayarak yahut hayatın içinden bir sahneyi bir nev'i izleterek bizlere aktarır. Halk-aydın arasındaki kopukluğa üzülür, medreselerin yozlaşmasından, bâtıla olan düşkünlüğün bu kadar artmasından dert yanar. Halkı eğitecek insan bulunmayışı ise onun büyük ıstıraplarındandır. Ancak Akif karamsarlığın şairi değildir. Çalışmayı, ilmi almayı öğütler. Eğitim onun için vazgeçilmezdir. Çünkü eğitimsizlik bütün sıkıntıların ve kötülüklerin kaynağı olan cahilliği doğurur. Asım dediği nesle bu konuda adeta kılavuzluk edecek şiirler yazmıştır. "
      Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz// Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz" mısralarıyla bütün Garba kafa tutarken bilirim ki Akif'in bütün umudu gençlikteydi. Asım'ın nesli diyordu ya nesilmiş gerçek, İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek!!!

        "Bir zamanlar biz de millet, hem nasıl milletmişiz
      Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz!" dizelerinden de anlaşıldığı gibi tarih duygusunu iliklerine kadar hisseden şair geçmişin azametinden de yararlanıp geleceğe ümitle bakar. Çalışmakla her şeyin başarılacağını hemen her fırsatta dile getirir. Çünkü bu milletin tarihi her çağda, insanına yeniden doğuşun ilhamını verecek kadar canlı ve kudretlidir. Bu doğrultuda Akif'in üstünde durduğu bir diğer konuysa dildir. Türkçenin kullanılışına titizlikle yaklaşır. Türkçe yaşadıkça var olacak şair denmesinin sebebi de şüphesiz verdiği bu önemdendir. Halk deyişlerine, atasözlerine eserlerinde sıkça yer veren şairimizin yazmış olduğu eserlerdeki ifade zenginliğinden de dili ne kadar güzel kullandığını görmek mümkündür.
      Mehmet Akif denilince Safahat'ı anmamak olmaz. Şairin yazmış olduğu şiirlerini topladığı yedi bölümden oluşan eserin genel adıdır. Hayattan sayfalar, görüşler, hayatın aşamaları anlamına gelir. Bu eserde toplanan şiirler bir devrin tarihini, sosyal hayatını, insanını, onların umut ve acılarını yansıtır. Eser yedi bölümden meydana gelmiştir. Yedi cildin birinci kitabı olan Safahat, Mehmet Akif’in ilk şiir kitabı olarak 1911’de yayınlanmıştır. Kitap, “Safahat” diye anılan başlıksız bir giriş şiiri ile bu şiir ise “Oku” kelimesi ile başlar. Manzum hikâye özellikleri taşıyan 44 şiir içerir. Ayrı bir kitap olarak 1912’de yayımlanmış olan “Süleymaniye Kürsüsünde”, üçüncü kitabı “Hakk’ın Sesleri” Balkan Savaşı acılarını barındırır.“Fatih Kürsüsünde” 1914 yılında yayımlanmıştır. Safahatın beşinci kitabı “Hatıralar”, altıncı kitapsa “Âsım”dır. Diyaloglar halinde verilmiştir. Hepimizin bam teline dokunmuş, etkisini bugün de en derinden hissettiğimiz meşhur şiiri "Çanakkale Şehitleri" de bu bölümde yer alır. Safahatın son kitabı “Gölgeler” ise İstiklal Savaşı'ndan izler taşır.
         Mehmet Akif Ersoy'un yazmış olduğu en nadide şiirse şüphesiz aziz milletime armağan dediği İstiklal Marşı'mızdır. Adı Türk istiklaline bağlı şair milleti için hissettiği en yüce duyguları o mısralarda dile getirmiştir. Hikayesini biliriz hepimiz. Ömrünü millet davasının önüne sermiş bir içli yüreğin duygu patlamasıdır o marş. İnançtır, güvendir, aşktır,vatandır! İstiklal Marşı bu toprakların kaderini anlatan yürekten bir vefadır. (Allah bu millete bir daha marş yazdırmasın!)
        Hiçbir şair bu ülkenin meselesini bu kadar dert edinmemiştir kendine ve hiçbir şair böyle feryat etmemiştir milleti için. Yine hiçbir şair vatanseverliğin parayla anlatılamayacağını bu kadar çarpıcı anlatmamıştır. Devran döndükçe yankılanacak bir manifestodur Âkif.
         Ne diyordu o muazzam şiirinde:


Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; 
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. 
Biri ecdadıma saldırdımı, hatta boğarım! ...
-Boğamazsın ki! 
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam; 
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale; 
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale! 
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? 
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum! 
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! 
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! 
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu?


        Ne güzel yazmışsın sen Akif 
        Ne güzel, şerefli bir hissiyattır bu yüce millete dair...
        Rahmet ve minnetle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder