"Bir varMIŞ, bir yokMUŞ. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken; ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Diyarlardan bir diyar, şehirlerden efsanevi bir şehir varMIŞ. Bu şehirde kötü kalpli padişahın altın saçlı bir kızı yaşarMIŞ. Diğer yanda anasının biricik oğlu Keloğlan varMIŞ. Karga ile tilki bir yanda didişirken kurtla kuzunun hikayesi de bambaşka diyarlarda anlatılırMIŞ..."
Çocukluğumuza dair hatırladığımız en güzel şeylerden biridir masallar. Her birimiz bir şekilde bu masalları birilerinden dinlemişizdir. Minnacık yüreğimizde büyüttüğümüz kahramanlarımız olmuştur hepimizin. Kırmızı başlıklı kızın hikayesinde kurdun taklidini yapmışızdır mesela, ağzımızı kocaman harflerle doldurup "seni daha iyi görebilmeek içiiiin" diye yaşamışızdır o anı. Keloğlan'ın maceralarını hep keyifle dinlemişizdir. Aykız'a olan sevdasını, anacığını yakından tanırız hatta, padişaha kafa tuttuğu o anlar çocuksu cesaretimizde muhteşem bir şey gibi gelir bize. Karga ile tilki, ateş böceği ile karınca, devlerin korkutucu görüntüsü arkasındaki esrarengiz hikayeler vs... Yaşamasakta en yakınlarımız görmüş gibi anlatılır bizlere. Mışlı, mişli kurulan cümlelerin arkasındaki olağanüstü hikayelerde geçer gider çocukluğumuz. Peki hiç düşündük mü, çocukluğumuzda duyduğumuz o -mışlı ifadelerin, hayatımız boyunca arkasına saklandığımız koca bir perde olduğunu?

Sadece bununla kalsa iyi. Yaşanmış onca şeyi bir anda unut kelimesine sığdırıyoruz. Balık muamelesi yapıyoruz bir nevi. Her hareketine sinmiş bir anısı varken, bir anda unutmuş gibi yapıyoruz. Özlemiyormuş gibi, hiçbir şey umrumuzda değilmiş gibi. Yüreğimi ezen şey akşam yenen yemeğin ağırlığıymış gibi. İçimizin daralmasını havaya, ağlayıp sızlanmayı şarkılara bağlıyoruz. Şarkılardaki sözleri hiç duymuyormuş gibi yapıyoruz mesela. Gözümüzden akan yaş, ya bir tozdan ya da soğandan oluyor. Yahu içimizden gele gele yaşayamıyoruz bir türlü. Koruma kalkanı dediğime bakmayın bu bildiğin mahalle baskısı. Elalem ne der diye diye örülmüş bir ağ atılmış üzerimize.Çırpındıkça dolanıyoruz iplere. Kurtulalım derken daha çok içine çekiyor bizi. O ne der, bu ne düşünür, kırar mıyım, üzer miyim, zayıf mı görünürüm, aciz mi derler, katı mı oldum, sert mi durdum? öööff yazarken bana fenalık geliyorken hepsini aynı anda yapanlar, size soruyorum. Sahi nasıl başediyorsunuz kendinizle? Çekilmez bir adam oldum yine diye Volkan söylemiyor boşuna. Kendimizi çekilmez kılmak için bütün şartları zorluyoruz. Ama dışarıya bir abide edasıya sunuyoruz düşüncelerimizi. Çünkü hayatımız boyunca öyle olmamız gerkiyorMUŞ gibi öğretildi bize. Herkes ne yapıyorsa sende öyle yapmalıydın. Standardı bozana asi denir ya sen o asilerden olmamalıydın. Çünkü etraftan gelen tepkiler hep o yöndeydi, bize bu öğretildi. Halbuki içimizden geldiği gibi yapsak, öyle yaşasak bir müddet. Özgürlüğün saygıyla bir tadını alsak mesela. Durulsa artık şu sular, gönül neyi nasıl istiyorsa öyle davransa.
Bak ne güzel söylemiş şair;
Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim,
ya da asla birini severken karşılığını beklemedim... Dostluğuma değer biçmedim, sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim...
Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim...
Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım...
Ama hata insana mahsustur dedim..
Affettim, af diledim..
Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim..
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar.
Belki de içten içe sinsice güldüler...
Ama asıl unuttukları şuydu... Ben aldanmadım...
Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar...
Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için...
Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için..
Oysa ben hiç insan kaybetmedim...
Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar...
İçimizde biri var, bizden olmayan. Sen dönme yüzünü oraya. Yürek bilir kime nasıl davranacağını, neyi nasıl yapacağını. İçine sinmezse vicdan girer devreye merak etme. Kendi kendine yaşa biraz şu hayatı. Sahi sen de -mış gibi yaşamaktan bıkmadın mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder