6 Mayıs 2014 Salı

BİR İÇ SES MASALI

                 "Bir varMIŞ, bir yokMUŞ. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken, pireler berber iken; ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Diyarlardan bir diyar, şehirlerden efsanevi bir şehir varMIŞ. Bu şehirde kötü kalpli padişahın altın saçlı bir kızı yaşarMIŞ. Diğer yanda anasının biricik oğlu Keloğlan varMIŞ. Karga ile tilki bir yanda didişirken kurtla kuzunun hikayesi de bambaşka diyarlarda anlatılırMIŞ..."
                 Çocukluğumuza dair hatırladığımız en güzel şeylerden biridir masallar. Her birimiz bir şekilde bu masalları birilerinden dinlemişizdir. Minnacık yüreğimizde büyüttüğümüz kahramanlarımız olmuştur hepimizin. Kırmızı başlıklı kızın hikayesinde kurdun taklidini yapmışızdır mesela, ağzımızı kocaman harflerle doldurup "seni daha iyi görebilmeek içiiiin" diye yaşamışızdır o anı. Keloğlan'ın maceralarını hep keyifle dinlemişizdir. Aykız'a olan sevdasını, anacığını yakından tanırız hatta, padişaha kafa tuttuğu o anlar çocuksu cesaretimizde muhteşem bir şey gibi gelir bize. Karga ile tilki, ateş böceği ile karınca, devlerin korkutucu görüntüsü arkasındaki esrarengiz hikayeler vs... Yaşamasakta en yakınlarımız görmüş gibi anlatılır bizlere. Mışlı, mişli kurulan cümlelerin arkasındaki olağanüstü hikayelerde geçer gider çocukluğumuz. Peki hiç düşündük mü, çocukluğumuzda duyduğumuz o -mışlı ifadelerin, hayatımız boyunca arkasına saklandığımız koca bir perde olduğunu?

                Eveet, küçük bir nostalji yaptıysak, ne hoş. Ama anlatmak istediğim şey çok başka. Hayata tutunabilmek için bir kalkan oluşturmak şart derler hep. Koruma mekanizman olduğu sürece yıkılmazsın, dağılmazsın, sarsılmazsın vs. Peki bunları yaparken nasıl yapaylaştığımızın farkında mıyız? Kalkanlarımızı mışlı cümlelerin arkasına saklamışız. Öyle yaşıyoruz hayatı ya da yaşıyorMUŞ gibi yapıyoruz. Hissetmediğimiz şeyleri söylüyoruz, benimsemediğimiz bütün düşünceleri hayatın merkezine alıyoruz önce. Sonra alışıyormuş gibi yapıyoruz alışamıyoruz. Bocalayıp duruyoruz. Çok güçlüymüş gibi dolaşıyoruz ortalıkta. Kurşuna kafa atan neslin çocuklarına bu yakışır belki, evet ama bünye kaldıramazken bu yükü, ona onlarca şey yüklüyoruz. Taşıyormuş gibi yapıyoruz ama altında eziliyoruz. Umursamıyormuş gibi davranıyoruz önceleri ama kafamızda kurduklarımızdan seri film çıkartabiliyoruz. Aksi de olabiliyor bazen. Çok önem veriyormuşçasına tavırlar sergilerken, arkamızı döndüğümüzde bir umursamazlık geliyor aniden. "Amaaan" diye diye es geçtiklerimize dönüp baktığımızda pişman oluyoruz. Sadece geride bıraktıklarımıza değil yaptıklarımıza, söylediklerimize de siniyor o pişmanlık. Ama asla ödün vermiyoruz. Kuyruğu dik tutmak diye bir tabir var ya biz o hakkımızı sonuna kadar kullanıyoruz. Kızıyormuş gibi yapıyoruz kızmıyoruz. Küsüyormuş gibi yapıyoruz küsmüyoruz. Vazgeçmeyelim derken ilk geçilen biz oluyoruz. Çekip gidesimiz varken sakince orada duruyoruz. Lütfediyoruz birbirimize hayatı. İçimizden gelmeyen bir kibarlık sergiliyoruz sahte gülüşlerle. Mecburi ilişkilerimizi sürdürmek için yırtınıyoruz adeta. İnsan ilişkilerini bir kenara koydum, biz başkalarına gelinceye kadar kendimizi de kandırıyoruz. Acımasızca... Sahte sevgi gösterileri sunuyoruz ona buna. Sevmediğimiz ne varsa seviyormuş gibi yapıyoruz. Sanki tersi bütün düzeni değiştirirmiş gibi. Dengeleri oynatmayalım derken aklı oynatmaya yaklaşıyoruz haberimiz yok. Yüreğimizi kandırmaksa, bu mışlı yaşamanın en acı hali. Bir şeyi deli gibi severken sevmiyormuş gibi yapmak kadar ağır bir yük var mıdır bu kalbe? Sempatik kalp aortlu yürek ayrımı vardır ya hani -gerçi o kalbi iki eğri haline kim getirdi onu da bilmiyorum- bütün bu yükü hangisine yüklüyoruz inanın takip edemiyorum. Sevdiğimi söyleyemezsem sevme derdi boğar beni demişti Yunus, bizse aksine kendimizi dibe batırmak için elimizden geleni yapıyoruz. Her seferinde ayağımıza taşlar bağlayıp derin sulara bırakıyoruz kendimizi. Sevmiyoruz diyoruz ama seviyoruz. Kıskanmıyormuş gibi davranıyoruz aslında ölüyoruz. Dünya batsa umrumuzda değilmiş gibi yapıyoruz, köprüleri yıkıyoruz, yakıyoruz ama bir bakışla biz yerle bir oluyoruz. Bize sorunca da " yok biz sevmiyoruz". Ağız dolusu bi' "hadi ordanı" cidden haketmiyor muyuz? 
      Sadece bununla kalsa iyi. Yaşanmış onca şeyi bir anda unut kelimesine sığdırıyoruz. Balık muamelesi yapıyoruz bir nevi. Her hareketine sinmiş bir anısı varken, bir anda unutmuş gibi yapıyoruz. Özlemiyormuş gibi, hiçbir şey umrumuzda değilmiş gibi. Yüreğimi ezen şey akşam yenen yemeğin ağırlığıymış gibi. İçimizin daralmasını havaya, ağlayıp sızlanmayı şarkılara bağlıyoruz. Şarkılardaki sözleri hiç duymuyormuş gibi yapıyoruz mesela. Gözümüzden akan yaş, ya bir tozdan ya da soğandan oluyor. Yahu içimizden gele gele yaşayamıyoruz bir türlü. Koruma kalkanı dediğime bakmayın bu bildiğin mahalle baskısı. Elalem ne der diye diye örülmüş bir ağ atılmış üzerimize.Çırpındıkça dolanıyoruz iplere. Kurtulalım derken daha çok içine çekiyor bizi. O ne der, bu ne düşünür, kırar mıyım, üzer miyim, zayıf mı görünürüm, aciz mi derler, katı mı oldum, sert mi durdum? öööff yazarken bana fenalık geliyorken hepsini aynı anda yapanlar, size soruyorum. Sahi nasıl başediyorsunuz kendinizle? Çekilmez bir adam oldum yine diye Volkan söylemiyor boşuna. Kendimizi çekilmez kılmak için bütün şartları zorluyoruz. Ama dışarıya bir abide edasıya sunuyoruz düşüncelerimizi. Çünkü hayatımız boyunca öyle olmamız gerkiyorMUŞ gibi öğretildi bize. Herkes ne yapıyorsa sende öyle yapmalıydın. Standardı bozana asi denir ya sen o asilerden olmamalıydın. Çünkü etraftan gelen tepkiler hep o yöndeydi, bize bu öğretildi. Halbuki içimizden geldiği gibi yapsak, öyle yaşasak bir müddet. Özgürlüğün saygıyla bir tadını alsak mesela. Durulsa artık şu sular, gönül neyi nasıl istiyorsa öyle davransa.
      
       Bak ne güzel söylemiş şair;

Asla sevmediğim birine seni seviyorum demedim, 
ya da asla birini severken karşılığını beklemedim... 
Dostluğuma değer biçmedim, sevgime ise hiçbir zaman sınır çizmedim...
Sevdiysem sonuna kadar gittim, bitirdiysem öldürse de hasreti geriye dönmedim... 
Bazen çok kırıldım, bazen belki de kırdım... 
Ama hata insana mahsustur dedim.. 
Affettim, af diledim.. 
Kimileri birden fazla kırdılar kalbimi ama ben onları yinede affettim.. 
Onlar belki beni saflıkla yargıladılar. 
Belki de içten içe sinsice güldüler... 
Ama asıl unuttukları şuydu... Ben aldanmadım... 
Aldanan her zaman kendileri oldular ama bunu anlayamadılar... 
Bir insan kaybının ne olduğu bilemedikleri için... 
Kaybetmek onlar için bir alışkanlık haline geldiği için.. 
Oysa ben hiç insan kaybetmedim... 
Sadece zamanı geldiğinde vazgeçmeyi bildim o kadar...

    
        İçimizde biri var, bizden olmayan. Sen dönme yüzünü oraya. Yürek bilir kime nasıl davranacağını, neyi nasıl yapacağını. İçine sinmezse vicdan girer devreye merak etme. Kendi kendine yaşa biraz şu hayatı. Sahi sen de -mış gibi yaşamaktan bıkmadın mı? 

          

       
          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder