12 Temmuz 2018 Perşembe

"SOCİAL" HAYATLAR


           Cem Yılmaz’ın meşhur gösterisi Fundamenta’yı izleyenler, oradaki şu tespiti hatırlayacaklardır:
         “Evdeyim oturuyorum, işteyim sıkılıyorum”
          Devamını söylemeyeyim ama hayata dair sağlam tespitlerden biriydi. Sakince etrafınızı bir tarayın. Tıpkı yukarıdaki gibi cümlelerle karşılaşacaksınız.  Öff!! pööff!! Çok sıkıldım ay bunaldım, oyy daraldım. Dur az da şöyle sıkılayım, hoop biraz da bu tarafa sıkılayım...
Ucu bucağı yok. İnsanların dilinden düşmeyen cümlelerden.  
         Sizi izliyorum köşesinde bugün bunu anlatayım dedim. Oturdum etraftaki insanları  gözlemledim. Hepsi otomatikleşmiş bir şekilde önce etrafı izliyor, ofluyor, telefonu eline alıyor. Ekranı kaydırıyor, kaydırıyor, kaydırıyor. Sonra bir kafasını kaldırıyor, etrafını süzüyor. Tekrar gözler ekranda. Kısa bir sosyal medya turu, 5 dk sonra sayfa yenileme gereği. Yeni düşen birkaç görsel, üç beş tivit derken yine kafayı kaldırıyor. Etrafı tekrar süzüyor. Sonra tuş kilidine basıyor. Telefonu koyar gibi yapıyor sonra nefes alamıyormuş gibi hissedip tekrar başlıyor ekranı kaydırmaya.
          Bu sıralama saatlerce devam eder de ben 10 dk dayanabildim. Şaka yapmıyorum gerçekten bir koltuğa oturup saatlerce bunu yapan var. Arkadaşlarla buluşma adı altında radyasyon oranının yoğun olduğu ortamlara giriyorlar. İki kelam etmek yok. Tam biri ağzını açacak oluyor, hah diyorum tamam konuşacaklar. Duyduğum cümle şu “off sıkıldım yaa” 
Ee ama!!

           Hiç öyle uzaktan, alıcısı değilmiş gibi bakmayın. Hepimiz zaman zaman yaşıyoruz bu durumu. Kendimize de bir öz eleştiri olsun. Telefon altıncı duyu organımız gibi olmuş. Bakın sizi izlerken sinir bilimci Serkan Hoca'nın bir paylaşımı aklıma geldi. ( bakın kaynağım yine 6. duyudan) Şöyle bir bilgi vardı paylaşımında:

-- 1 saatte, kalbiniz 4200 kere atacak ve 300 litre kan pompalayacak. Akciğerleriniz 900 kere soluyacak ve 450 litre hava kullanacak. İnce bağırsaklarınızda 700 milyon yeni epitel hücresi üretilecek. 
Peki bütün devran, bir saat gibi tıkır tıkır işlerken, sen o bir saatte ne yaptın? 
Oturduğun koltukta elini ekranda kaydırmaktan başka nasıl bir efor harcadın?

     Vereceğin göz dolduracak bir cevabın yoksa kaybedenler kulübüne hoş geldin. Zira bu "hiçbir şey yapmamazlık" çağın vebası. Bir nevi güncel işkence. Hem de insanın farkında olmadan kendi kendine yaptığı bir işkence. Tabii yavrum bizler durumun farkında olmadığımızdan, beraberinde gelen bütün sorunlarımız da çözülemeyen bir yumak gibi duruyor önümüzde. Sosyal medya yaşamı diye paralel bir evren oluştu sanki ve biz gariban dünyalılar ayak uyduramadığımızdan bocalıyoruz. Çünkü orada herkes zengin, herkes yatlarda katlarda. Çok kalabalıklar, çok eğleniyorlar, ve işin en ilginci herkes aşşşşırı mutlu! 
Aman sabahlar olmasın!!
Pelinsucum o aşşşşırı mutluğunu sergilerken benim safım da ekranı kaydırırken söyleniyor:
Ay o bunu giymiş ben de mi alsam?
Millet tatilde ben halaa “anne kumanda nerede”
Benim niye yok, ben niye orada değilim, nedeen aramıyor. Yalnızım dostlarım tiviti. 
Off mutsuzluktan ölüyorum tribi
Falan filan...

     Bardağın boş tarafına odaklanarak yorumlanan onlarca kare. Bir düşün bakalım 1 saatte ona buna odaklandığın kadar kendin için bir şeyler yapsaydın neler olurdu? Neler değişirdi hayatında?
                Çocukça bir serzeniş olabilir dilinde: " Ben mutlu olmak istiyorum" 
Sadece mutlu olmak istemiyorsun. Sen başkalarından daha mutlu olmak istiyorsun. Çünkü sosyal medya bunu diretiyor bize. Maalesef bu çok zor. O pencereden baktığında başkalarını hep daha mutlu göreceksin. Halbuki senin içinden dünyaya açılan onlarca pencere var. Her birinin manzarası ayrı, her biri eşsiz. Bence en azından şu bir saat, hayatına "like" sesini değil kendi sesini dinlet. Bırak kalbin kendi sesini hatırlasın.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder