8 Haziran 2018 Cuma

Akdeeeniiiizz Karaadeniiizzz karneemiziiii isteriiiizz!!


           Akdeniiiizzz Karadeniiiiiiz 
           Karneemiziiii isteeeriiiiizzz!!!!!

           İlkokuldayken beş kişi kol kola girer çete gibi böyle dolaşırdık koridorda. Niyeyse çok da eğlenirdik. Sıdıka Öğretmenimiz (ellerinden öpüyorum) o heyecanı hissettirirdi bize. Halbuki notlarımızı biliyorduk, yazılılarımız belliydi. Ama işte o karneye bir heyecan misyonu yüklemiştik. O gün serbest kıyafetle gider, panayır alanı gibi tüm gün okulda vakit geçirirdik. Sonra dağılır, önümüze gelene karnelerimizi gösterirdik.Karneleri eline alan da notlara bir göz gezdirir, tebrik ederdi. Ama en çok neyin üstünde dururlardı biliyor musunuz? “DAVRANIŞ NOTU

              Sesli bir şekilde pekiyi, pekiyi, pekiyi diye okunan maddeleri hatırlarım. Şimdilerde maalesef karnelerde sergilenen bir not kavramı yok. En azından bizim dönemdeki ciddiyetle yapılmıyor. Bir lise öğretmeni olarak söyleyebilirim, keşke önceliğimiz bu davranış notları olsaydı. Çünkü bundan bir tık sonrası o çocukların hayatın içine birey olarak karışması olacak. E-okullarda öylesine girilen, aman kırılmasın diye verilen notlar yerine yapıcı bir yöntem geliştirip verilseydi. Çünkü bakın o maddeler ne kadar önemli! 


1) Okul kültürüne uyum:  Toplum içinde yaşamanın ön gösterimi okul ortamıdır. 
2) Öz bakım: O yaşlarda öğreteceğimiz temizlik bilinci devam etseydi bugün Orhan Baba o reklamı çekmek zorunda kalmazdı.
3) Kendini tanıma Bu yüzyılın en büyük problemi. Kendini tanımadığı için oradan oraya savrulan binlerce ruh figürü aramızda dolaşıyor.
4) İletişim ve sosyal etkileşim Günümüzdeki kavgaların, tartışmaların en büyük nedeni bu kavramın eksikliği. İletişimsizlik! Nasıl kuruluyor bilmiyoruz. Öğrenmeye de merakımız ya da vaktimiz olmuyor. Çocuklar da bağıran bir nesilde büyüdüğü için liseye gelince o dayılanma hali yapışıyor üstlerine. Onu karakter belirtisi, bir karizma hali zannediyorlar. Sonra vay efendim o bana yan baktı —>bam güm)
5)Ortak değerlere uyum Diyoruz ya her fırsatta özümüzü unutuyoruz diye. E unutturma! İnsan hayatında kritik dönemler vardır. Sen değer yargılarını, milli değerlerini öğretebilirsen o çocuk ölse unutmaz onu. O zaman yere düşen ekmeği alıp, öpüp başına koyan çocuklara hasret kalmayız.
6) Sosyal faaliyetlere katılım Dikkat edin yeni nesil tek tip geliyor. Sosyal medyayı kendilerine rehber ediniyorlar. Oradaki tipler bölünerek çoğalmaya başladı sanki. Herkesin zevki aynı. Herkes aynı şeyi beğeniyor. Düşünmeden. Halbuki kendilerini tanıyabilecekleri fırsatları olsa... Mahalle maçında bile tanıyabilir bir çocuk kendini. Çocuklara sosyal alanlar oluşturmak hepimizin görevi. Kendini keşfetmesi, arkadaşlarıyla RADYASYONSUZ vakit geçirebilmesi için bunu önemsememiz gerekiyor.
7) Takım çalışması ve SORUMLULUK: Lise öğretmeniyim. Bizi zorlayan şey ne derseniz hep bir ağızdan sorumsuzluk diyebiliriz. Özellikle bu karne döneminde velilerin daha çok "sorumlu" olduğu zamanları görünce inanın bu maddenin ne kadar önemli olduğunu anladık. Sorumluluk çocuk yaşta kazandırıldığında kalıcı oluyor. Takım çalışması da bunun sergilenebileceği en güzel ortam. Yardımlaşma, dayanışma, ekip ruhunun yanında , günümüzün vebası “ben” çığırtkanlığından çocuklarımızı korumuş da oluyoruz.
8) Verimli çalışma Hemen hemen her öğrencimden duydum "hocam ben nasıl çalışacağım?". Lise sona gelmiş öğrenci panik duygusuna kapılıyor. Çünkü neyi, nerede, ne zaman ve nasıl çalışması gerektiğini bilmiyor. Halbuki bu alışkanlığı kazanmış olarak gelseydi o paniği yaşamadan sınav sürecine dahil olacaktı. Buna en güzel örneği kendi arkadaş grubumdan verebilirim. Yeterince afacan bir gruptuk ancak en olmaz bundan denilenimiz bile iyi bir üniversiteyi ilk yılda kazandı. Sırrını söyleyelim: Biz nasıl çalışacağımızı biliyorduk. O yüzden hem kendimize, hem ailemize, hem birbirimize hem de derslerimize vakit ayırabiliyorduk. Yani gece gündüz çalışmak yerine arada dinlenirken baltamızı biliyorduk. Hikayeyi bilmeyenler için aşağıya bir bağlantı bırakalım:)



9) Çevreye duyarlılık Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın atasözüne pek ısınmaz içim. Çevremde olan biten, çevremin düzeni, temizliği beni ilgilendirmiyorsa saksı bitkisinden bir farkım yok demektir. Ki onun bile çevreyi güzelleştiren bir vizyonu var. Doğayı sevmeyi öğretebilmeliyiz çocuklara. O zaman bahar geldiğinde mısır patlağı gibi açan çiçekle mutluluğu tadabilir. Öyle kocaman şeylere gerek duyma gülümsemek için. Yahut bir kadın yolda evire çevire dövüldüğünde aman banane diyip kafasını çevirmez. Çevrenin tanım aralığını genişletirseniz daha yaşanılır bir alan bırakırsınız kendinize, çocuklarınıza, torunlarınıza...

 Görüldüğü üzere maddeler hayatın şifreleri gibi. Günümüzdeki boşlukları dolduruyor. Bizse zamanla bunların yerini “fiilde çatının özelliği nedir? Özel üçgen formüllerini ezberlemen gerekir.” e bırakmışız. Kimyasal tepkimelere verilen değer insana verilen değerden fazla hale gelmiş.

  Hâlbuki iki koldan ilerleseymişiz, çocuklara bunları öğretirken değerler eğitimini de yeterince verebilseymişiz çok daha keyifli bir eğitim anlayışımız olurmuş. Tek kolla boks maçı olur mu? Biz yıllardır tek kolla bu maçı idare etmeye çalışıyoruz. 
       Göstermelik davranış notlarının yerini hayata uygulamadaki başarıları almalı. Aman üzülür, psikolojisi bozulur diye diye porselen bebek ya da aman oğlum ezdirme kendini dediğimizden hulk gibi gezen delikanlılar oluyor koridorda. Biliyoruz, hepsi her birimizin canparesi. Amacımız güzel insanlar olmaları. 
       
   O yüzden şimdi karnelerle eve gelmeye çekinen çocuklarımız varsa kızmayın. Önce kendi içinizde yukarıda saydığımız maddelerin notunu bir verin. Eğer onlardan geçiyorsa dersleri bir şekilde halleder.
 Not bu, düşer yükselir, tekrar düşer. tekrar yükselir.
Allah karaktere zeval vermesin :) 😉

2 yorum:

  1. ne güzel yazmışsın
    malesef notlarla sınırlı oldu çocuğa verilen değer veya bilgi seviyesi
    aslında senin de saydığın değerleri vermeliyiz

    YanıtlaSil
  2. Vakit ayırdığınız için teşekkür ederim:)

    YanıtlaSil